Rizom Dergi’nin katkılarıyla yayınlanan “Ölümün Yaşamı” romanının yazarı Vedat Kuşamaç ile gerçekleştirdiğimiz keyifli ve kısa röportajı sizlerle paylaşıyoruz. İyi okumalar dileriz.
1-İlk romanınız olan “Ölümün Yaşamı” ile edebiyat dünyasına giriş yaptınız. Roman, çarpıcı bir hikayeden oluşuyor ve okurlarınızı şok eden bir sonla tamamlanıyor. Öncelikle romanınızın yazım sürecinizden biraz bahseder misiniz?
‘‘Ölümün Yaşamı” oldukça kısıtlı olanaklar ve zorlu bir süreç sonunda ortaya konuldu. Rizom Dergi’nin de katkılarıyla üç aylık bir zaman diliminde yayına sunulsa da romanın 2 yıllık bir yazım süreci var. Romanın oluşma sürecini tetikleyen ise Ali oldu. Gerçek hayatta tanıdığım en güzel insanlardan biriydi Ali. Bütün olayları, bağlantıları birleştiren Ali, istediğim ve hayal ettiğim karakterdi.
Yazım sürecini değerlendirecek olursam, gerçekten zor bir süreçti öncelikle onu belirtmeliyim. Birçok defa beni zorlayan anlar oldu ve bu anları aşabilmek adına kendimi seyahat ederken bulduğumu hatırlıyorum. Romanı okuyanlar da fark etmiş olacaklardır ki, betimlemelere ağırlık vermedim, okuyucunun romanın ruhunu yakalamasını istedim.
Yazım sürecinin sonuna gelirken duygularımın farklılaştığını, kendimden uzaklaşmak istediğimi fark ettim. Bunun için bulduğum en güzel çözüm, farklı metotlarda okumalar yapmak ve edindiğim değerli dostlarla sohbet etmek oldu. Bunlar beni kendime getirdi. Yazmanın gerçek anlamda verdiği hazza ulaştım, aynı zamanda acısını da tattım diyebilirim.
2-Hayatımızın içinden karakterleri taşıyan bir öykü tadı alıyoruz. Karakterleri ve öyküyü nelerden etkilenerek oluşturdunuz?
Gerçekçilik; gördüklerinizin, duyduklarınızın ve anladıklarınızın sizin benliğinizde gelişmesi, zihninizde ve yüreğinizde bir bütün oluşturmasıdır. Hayal etmek ise; görebilmek, duyabilmek ve yaşanılabilecek olanın düşüncesidir. Karakterler benim için hayaller ve gerçeklerin örtüştüğü yerde doğmuştur. Gelişen olaylar ancak karakterlerle birleşince bütünsellik hissini duyumsayabiliyordum, en başarılı olduğum nokta tam olarak buydu. Karakterler mi olayları yoksa olaylar mı karakterleri oluşturuyor? Bu sorunun cevabını ben kesin olarak veremedim. Uzun bir karakter analizi ve karakterlerin olayları kaldırabilecek güçlerini test ettim sadece, karakterlerin ayrışması olayların akıcılığını sağlamaya başladı.
3-Romanın dikkat çekici yanlarından birisi çeşitli düşünürleri de içine alan bir bölümünün olması, bu bölümün roman içindeki gizemi hakkında okuyuculara bir şeyler söylemek ister misiniz?
Romandaki karakterlerin çeşitli, tutum ve davranışlarının bir de felsefi altyapısı vardı. Yapmak istediğim okuyucuyu bu yönde uyarmaktı. Okuyucu romanı bitirip bir kenara çekildiğinde onlar için bir aksiyon konusunun da romandaki felsefi anlatı ile romanın öyküsel anlatımı arasındaki ilişkinin çözümlenmesi olacağını düşünüyorum. Hem felsefeden hem edebiyattan birçok değerli isme yer verildi: Kant, Hume, Marx, Nietzsche, Franz Kafka ve Oğuz Atay bunlardan birkaçı. Yaşarken değerini bilmediğimiz insanlar için çokça hayıflanırız. Filozofların, edebiyatçıların, sanatçıların önemli bir bölümü de böyle insanlar olagelmiştir bizim için. Romandaki kurgu da bu duruma bir son verme isteğidir.
4-Ali’nin öğretmeni üzerinden çıktığı keşifte çok farklı fikirlerden ve sosyolojilerden insanlara ulaşma fırsatı bulduğunu görüyoruz. İnsanlar Mazlum Hoca’yı kahramanlaştırıp yücelterek sanki bir vicdan rahatlatma ayini yapıyor gibiler. Bir tarafta Mazlum, kişiliği ve eylemleriyle alkışlanıp, anılıyor ama diğer yandan insanlar hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar. Bunu ülkemizde çeşitli şekillerde görmekteyiz. Bu durum için ne söylemek istersiniz?
Kanımca insanların yaptığı en büyük yanlışlardan birisi, başkalarını putlaştırırken kendilerini yok etmeleridir. Bu durum bütünü ve gerçeği kaçırmaya da yol açar. Ali’nin Mazlum hocayı arayışı aynı zamanda bir hakikat arayışıdır. ‘Birey’ olmanın koşullarının bu düzende mümkün olup olmadığının tartışılmasıdır. Diğer yandan kahramanlar yaratmak yerine ‘kendimiz’ olmamız gerektiğinin vurgulanmasıdır.
Varoluşsal bir sancı olarak yorumladığım ve bütün dünyada sorunlu hale gelmiş “popülizm” ya da “ünlü psikolojisi” olarak ifade ettiğim durum, insanları doğasına yabancılaştırmaktadır. Bu yabancılaşma, kendi dışında bir insan ötesi güç ihtiyacı doğurmaktadır. Mesele kendisiyle tanıştırabilmektir insanı. Ülkemiz maalesef popülizmin/ünlü psikolojisinin yoğun etkisi altındadır. Ama artık ülkemizde farkındalığın oluşması gereken ve karanlığın aydınlatılması gereken bir zamandayız. Bütün yıldızların içinde tek bir yıldızı değil, bütün yıldızları fark etmemiz gereken bir zamanda.
5-Kitabınızda birçok konu hakkına çarpıcı mesajlara ulaşabilmek mümkün. Bunlardan biri Ali’nin annesinin çocuklarına yeterli zamanı ayıramayacak kadar kötü çalışma koşullarına sahip olması. Bir diğeri eğitim sisteminin yapısal ve güncel sorunları. Okuyucularınıza dikkat çektiğiniz bu konular hakkında söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Bu sorunuzu cevaplamadan önce zaman üzerine birkaç kelam etmek isterim. Günlük hayatın akışında hepimiz kayboluyoruz. Bazen ne yaşadığımızın bile farkında olmuyoruz, zamanı geçirmek için -siz onu harcamak için- yaşıyoruz adeta. Oysa zaman bilinci bizi pişmanlıklarımızdan uzaklaştırabilir. Zamanımızı doğru ve yerinde kullanmaya ihtiyacımız var.
Ali’nin annesi bir kişide birleşen iki toplumsal kimliği temsil ediyor: Biri anne/kadın kimliğini diğeri çalışan kimliğini. Bu kimliklerin ikisi de çeşitli toplumsal sorunları ve tartışmaları içinde barındırıyor. Bu kimliklerin toplumsal konumundaki sorunları tartışmaya açmayı önemsiyordum. Eğitim sistemine gelince, hepimiz eğitim üzerine birçok şey işitiyoruz. Ama bunlara karşı pratik çözümler geliştirmekte yetersiz kalıyoruz. Benim için eğitimi Sokrates özetlemiştir. “Öğrencilerinize bir şey öğretmeyin, onların düşünmelerini sağlayın. Çünkü onlar düşünmeye başlarsa zaten kendi çabalarıyla öğrenirler. Ve çaba sonucu öğrenilen bilgi en kalıcı bilgi olur. Asla silinmez!” Sanırım anahtar burada ‘düşünmelerini sağlamak’. Düşünmeyi sağlamak eğitimde esas alınmalıdır. Aklı, bilimi ve felsefeyi rehber edinmeliyiz.
6-İlk romanınızdan dolayı dergimiz adına sizi tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerken son olarak okuyucularınıza ve sizi takip edenlere neler söylemek istersiniz?
“Ölümün Yaşamı” okurların benimle tanışmasını sağladığı gibi ben de okurlarımla buluşma fırsatı buldum. Bu buluşmayı bundan sonra da devam ettirmek istiyorum. Roman üzerine bütün okurlarımın fikirlerini büyük bir içtenlilikle dinlemek ve sorularını yanıtlamak isterim. Son olarak Rizom Dergi’nin ortaya koyduğu üretkenlik, farkındalık ve değer için teşekkürlerimi sunarım, bütün Rizom Dergi ekibini ve okurlarını sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Esenlikler dilerim. Sevgiyle kalın.
Romanı temin etmek için şu adreslerden bize ulaşabilirsiniz:
Mail: [email protected]
İnstagram : @rizom_dergi
Facebook : facebook.com/rizomdergi
Telefon : +90 537 978 80 46
”Ölüm, hepimiz için bir soru işaretidir ve ölümün üzerine düşünmektense ondan kaçmayı tercih etmişizdir. Yaşamımızı, ölümü anlamlandırma gereği duymadan, bir zaman ve mekanın içerisinde kaybolarak sürdürdüğümüz hissi, çokça yüzleştiğimiz bir duygu durumudur. Vedat Kuşamaç, ilk romanı olan bu eserde ölümü anlamak ve anlamlandırmak için -ki bu yaşamı anlamak ve anlamlandırmak demektir- ölümün üzerine gitme cesaretini gösteriyor. Bunu yaparken ise bizi, birbirinden farklı hayatlarla ve öykülerle buluşturuyor, düşünce tarihinin içinde, filozofların ve düşünürlerin büyülü cümleleri arasında bir gezintiye çıkma fırsatı sunuyor.” (Arka Kapak)