Cesaret içinde bulunduğumuz zamanın bireycileşen toplum yapısında yalnızca haklı çıkma amacına hizmet eden bir eylem olmaktan çıkıp daha geniş bir toplumsal sorumluluğa hizmet eden bilinçli ve planlı bir eylem hâline gelebilir. Bir bireyin kendi doğrularını söylemesi elbette önemlidir; fakat bu eylemin haklılık arzusundan ziyade toplumsal dönüşümü amaçlayan bir sorumlulukla birleşmesi gerekli olabilir. Örneğin bir kişinin toplumsal bir soruna tek başına dikkat çekmesi cesur ve öncü bir tavır olarak görülebilir; aslolan eylemi akılcılıkla ve zamanlamaya uygun bir şekilde yaparsa sadece kendi haklılığını savunmakla kalmaz, aynı zamanda daha geniş bir dayanışma duygusunu da harekete geçirebilir. Cesaret, akılcılıkla harmanlandığında ve zaman ile eylem uyum içinde olduğunda daha güçlü bir toplumsal etki yaratabilir. Böyle bir cesaretin kolektif bir eylem biçimi olarak ele alınması, bireylerin kendi haklılık arzusunun ötesinde toplumsal dayanışmayla hareket etmesini sağlar.
Bir toplumun kolektif bir bilinçle hareket etmesi bireylerin bireysel hak arayışlarının toplumsal bir vizyon ile birleşmesini gerektirir. Birleşme sayesinde cesaret yalnızca bireyin kendi sesini duyurması değil aynı zamanda başkalarının haklarını savunmayı da içeren bir dayanışma eylemine dönüşür. Böylesi bir dayanışma toplumda karşılıklı güven ve bağlılık duygusunu pekiştirirken bireylerin ortak bir ideali benimsemelerine ve bu ideale hizmet eden bir yapı içinde yer almalarına olanak tanır. Cesaret bireysel çıkarlardan bağımsız bir şekilde toplumun ortak refahı için gösterilen bir iradeye dönüşür.
Toplumsal bağlamda cesaretin bu yeniden tanımlanışı bireyler arası eşitlik ve dayanışmayı daha anlamlı kılar. Bireylerin eşit şartlarda kendilerini ifade edebildikleri ve cesaretle bir araya gelebildikleri bu yapı içinde özgürlük ve adaletin sağlanması da mümkün hâle gelir. Cesaret artık sadece bireyin kendi haklılık ihtiyacını karşılayan bir değer değil; aynı zamanda başkalarıyla kurulan bağlarla toplumun ortak yararını gözeten bir bütünleşme sürecinin temel taşı olarak işlev görür.
Liderlik, kahramanlık ya da öncülük gibi geleneksel kavramlar cesaretin kolektif bir boyutta yeniden tanımlanmasıyla anlamını yitirmeye başlar. Bireylerin eşit temsiliyetle aynı bilinçle hareket ettiği yatay hiyerarşi yapıları merkezsiz ve eşitlikçi bir katılım düzeni yaratır. Böyle bir yapı tüm bireylerin katkı sağlayabileceği birlikte cesaretle hareket edebileceği bir sistem sunar. Böylesi bir düzende birey, kendisini ne bir önder olarak görür ne de bir önderin peşinden gitmek zorunda hisseder; hakikati ifade etme cesareti kişisel bir liderlik iddiası değil herkesin paylaşabileceği bir değer hâline gelir.
Eşitlik temelinde oluşturulan bu yapılar içinde cesaret artık bireylerin kahramanlık gösterileri olarak öne çıkmaz; bunun yerine toplumun ortak bir dayanışma zemini hâline gelir. Bireyler kendilerini merkeze koymak yerine ortak bir bilinç içinde hareket eder ve cesaretlerini kolektif bir sorumluluk olarak sergiler. Böylece cesaret kendiliğinden gelişen bir toplumsal dayanışma ve bütünlük içinde tüm bireylerin kendilerini ifade edebildiği katkıda bulunduğu bir yapıya dönüşür. Toplum, kolektif cesaret sayesinde güçlenirken hiyerarşik yapılar ve baskıcı otoriteler anlamlarını yitirir.
Bireyler yalnızca kendilerini gerçekleştirme amacına değil aynı zamanda birbirleriyle kurdukları ilişkiler aracılığıyla toplumsal bir bağ oluşturma gayesine de hizmet eder. Hakikatin savunulması yalnızca kişisel bir cesaretle değil toplumun her bireyinin kendini gerçekleştirmesiyle birleştiğinde anlam kazanır. Cesaret artık yalnızca bireysel bir direniş değil toplumu inşa eden ve bir arada tutan etik bir eylem hâline gelir.
Kaynakça:
- Arendt, H. (2015). İnsanlık Durumu (Çev. B. Sina Şener). İstanbul: İletişim Yayınları.
- Han, B.-C. (2022). Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri (Çev. H. Barıştan). İstanbul: Metis Yayınları.