CHAPLİN
Chaplin, Sirk’in gösterimi sonrasında asla seyircinin kendisine gülmesine izin vermez. Ya gülmekten iki büklüm olacaklardır ya da derin bir acıya gömüleceklerdir.
Chaplin, melon şapkası ile selam verir ve nasıl su kaynadığında kapağını oynatırsa öyle görünür. Giysileri, yazgının her türlü saldırısına karşı korunaklıdır.
Sanki giysilerini haftalardır üstünden çıkarmamış gibidir. Yatak diye bir şey bilmez; bir yere kıvrıldığında orası ya bir el arabası ya da bir tahterevallidir.
Üstüne çok dar gelen giysileri içinde Chaplin, Goethe’nin sahiciliğinin açık bir örneğidir: İnsan yeryüzü için soylu olmazsa eğer, yeryüzündeki en soylu olamaz.
Bu Chaplin’in yaşlılığının ilk filmidir. Son filmlerinden bu yana yaşlanmıştır ama yaşlılığı da oynamaktadır. Ve bu yeni filminde en dokunaklı olan, önünde açılan olanaklara sadece şöyle bir baktığının, onunla ama sadece onunla işinin sonunu getirdiğinin duyumsanmasıdır.
Onun büyük dürtülerinin çeşitliliğini bütün parlaklığıyla sergilemektedir. Kovalamaca bir labirentte sürer gider; ansızın ortaya çıkışı bir sihirbazı şaşkına çevirir; karışmazlık maskesi onu bir panayır kulübesinin önünde kuklaya dönüştürür. Ancak filmin en olağanüstü yanı sonudur: Mutlu çiftin üzerine konfetiler serper ve artık filmin bittiği düşünülür. Oysa o yeniden sirk ahalisinin arasındadır; arkalarından arabanın kapısını kapatır ve artık filmin bittiğini düşünülür. Sonra, bir zamanlar yoksulluğun çizmiş olduğu bir dairenin izinde oturur görünür ve artık bu sefer filmin bittiği düşünülür. Ardından o büyük çekim gelir: Paramparça bedeni arenada bir taşın üzerine yığılmıştır. Sonun artık kaçınılmaz olduğu düşünülür ve o ayağa kalkar, nasıl başka filmlerin sonunda firma alameti farikaları görünürse öyle, kendine özgü Charlie Chaplin yürüyüşüyle yavaş yavaş uzaklaşması arkadan görülür. İşte burası artık bir kesintinin olmadığı tek yerdir ve onu sonsuzluğa doğru izlersiniz; filmin sonudur artık!
CHAPLİN’E BUGÜNDEN BAKIŞ
…
Bu büyük yapıtın(Sirk) verdiği ders ve uyarı Philippe Soupault’u(1897-1990,Fransız yazar, şair, siyasal eylemci) Chaplin’in filmini tarihsel bir olay olarak ele alan ilk girişimde bulunmaya neden olmuştur. İleride üzerinde ayrıntılı olarak duracağımız o nefis Paris dergisi Europe(Rieder,Paris), Kasım sayısında Soupault’un, büyük oyuncunun tam bir resminin günün birinde belirginleşeceğine ilişkin bir dizi düşünceyi geliştirdiği bir deneme yayınlamıştır.
Orada vurguladığı, Chaplin’in sinema ile ilişkisinin temelde, bırakın yıldız olmayı, oyuncu olmasından da kaynaklanmadığıdır. Soupault’un düşüncesine bakarak şu söylenebilir: Chaplin, kendi bütünselliği içinde, oyuncu William Shakespeare ne kadar oyuncuysa, o da o kadar oyuncudur. Soupault şunu söyler ve de haklıdır: ‘’ Chaplin’in filmlerinin yadsınamaz üstünlüğü.. herkesin yaşamında karşılaştığı ama bilincinde olmadığı bir şiiri içlerinde barındırmalarındandır.’’ Elbette ki bu Chaplin’in kendi film senaryolarının ‘’yazar’’ı olması demek değildir. Ancak kendi filmlerinin yazarı, yani yönetmenidir. Soupault, Chaplin’in önce filmi konu, çeşitlilik, kısaca bir kompozisyon üzerine oturttuğunu(ki Ruslar da onun örneğini izlemişlerdir)ve bunların hepsini gerilimli eylemin tam karşısına yerleştirdiğini anlamıştır. Bundan ötürü de Soupault herkesten çok Chapin’in yapımlarının doruğunun L’opinion publique(1923-Parisli Kadın) olduğunu ileri sürmüştür. Bilindiği üzere bu filmde kendisi hiç görülmemiştir; Almanya’da ‘’Die Nanchte einer schönen Frau’’(Güzel Bir Kadının Geceleri ç.n.) gibi aptalca bir adla gösterime girmiştir.(‘’Kamera’’ her altı ayda bir bu filmi göstermelidir. Film sanatının temel belgelerinden biridir.)
Uzunluğu 3.000 m olan bu film için 125.000 m uzunluğunda çekim yapıldığını bilirsek, Chaplin’in başyapıtlarının arkasında yatan muhteşem emek hakkında bir fikir edinebiliriz. Bu adamın sinema sanatının kutuplarına yapacağı keşif gezisi için gereksinme duyduğu sermayenin en azından Nansen(1861-1930) ya da Amudsen’in(1872-1928,kutup bölgelerini keşfeden Norveçli kaşifler ç.n.) gereksindiği büyüklükte olduğu da işin büyüklüğü konusunda bir fikir verir. İkinci eşinin tehlikeli maddi istekleri ve Amerikan tröstlerinin kendisine karşı yürüttükleri rekabetten ötürü Chaplin’in verimliliğinin düştüğüne ilişkin Soupault’un kaygılarını paylaşmak gerekir. Chaplin’in biri Napolyon, öbürü de İsa üzerine iki film planladığı söylenir. Bu gibi projelerin, büyük sanatçının yorgunluğunun arkasına sığındığı devasa paravanlar olmasından korkmamalı mıyız?
Şimdilik yaşlılığın ilk kez Chaplin’in özelliklerini belirliyor olması hem iyi, hem de yararlıdır; Soupault, sanatının gençliği ve ülkesel kökenlerini bize hatırlatmaktadır. Bu ülke elbette ki Londra metropolüdür. ‘’Siyah ve kırmızı evlerin bulunduğu Londra sokaklarında yaptığı sonsuz yürüyüşlerde Chaplin gözlemeyi öğrenmiştir. Melon şapkası, sallapati yürüyüşü, küçük, kısacık bıyığı ve bambudan bastonuyla dünyaya getirdiği karakteri yaratmayı, ilk olarak Strand’da(Londra’nın göbeğinde, Trafalgar Meydanı’ndan doğuya doğru uzanan 1,2 km uzunluğundaki yola verilen addır.) yürürken gördüğü küçük memurlardan esinlenerek düşündüğünü kendi anlatmıştır. Gördüğü kişilerin davranış ve giyinme biçimleri kendilerine saygıları olduğunu göstermiştir. Ancak filmlerinde yer alan diğer karakterler de Londra’dan çıkmadır: Utangaç, genç, alımlı gen. Kızlar; her an bilek gücünü göstermeye hazır ama karşılarındakinin kendisinden korkmadığını gördüğünde tabanları yağlayan kaba saba hödükler; başlarındaki silindir şapkadan hemen tanınan burnu havada beyefendiler.’’ Bu tanıklıkla Soupault Chpalin ile Dickens arasında bir paralellik kurar ki okunmaya ve daha öteye araştırılmaya değer.
Chaplin, sanatıyla, sadece tek bir toplumsal, ulusal ve ülkesel temeller üzerine kurulmuş bir imgesel dünyadan halklar arasında büyük, kesintisiz ama çok farklılaşmış yankılar bulmayı başaracağına ilişkin o eski bilgiyi doğruladı. Rusya’da insanlar Hacı’yı izlediklerinde gözyaşına boğuldular, Almanya’da güldürülerinin kuramsal yanıyla ilgilenildi, İngiltere’de mizahını sevdiler. Bu farklı Chaplin’in kendisinin de bu farklılıklara şaşırması ve hayranlık duyması hiç de şaşırtıcı değildir.
Filmin değerini izleyicilerden başka yargılayacak ya da yargılayabilecek bir güç olmadığını sinema kadar kesinkes ortaya koyan hiçbir şey yoktur. Chaplin, filmlerinde kitlelerde hem enternasyonalist hem de devrimci patlamalara neden olmuştur: Kahkalar. Soupault der ki : ‘’Chaplin insanları sadece güldürür. Ancak bu çok zor olduğu gibi toplumsal anlamda da en önemli olan şeydir.’’
FİLMİN DİYALEKTİK YAPISI
Filmin diyalektik yapısının, teknik yapının anlatılmasının formülü şöyledir: Kesik kesik olan görüntüler kesintisiz bir dizide art arda gelirler. Sinema kuramı bu olgunun iki yanını da dikkate almak zorundadır. Önce kesintisizlik: Üretim sürecinde çok belirleyici bir işlevi olan montaj bandının yerini tüketim sürecinde, belli bir ölçüde, film bandının aldığı göz ardı edilemez. İkisi de aşağı yukarı aynı zamanda ortaya çıkarlar. Birinin toplumsal önemi, öteki olmadan doğru dürüst kavranamaz. Gene de bu konudaki anlayışımız daha başlangıç aşamasındadır.-Bu, öteki öge olan kesik kesik olmada tamamıyla böyle değildir. Onun önemi konusunda elimizde en azından bir gösterge bulunmaktadır. O da Chaplin’in filmlerinin bugüne kadar büyük başarı kazanmış olduğu olgusudur. Bunun nedeni çok belirgindir.
Chaplin’in davranışları aslında bir oyuncunun davranışları değildir. Öyle olsaydı sahnede kalamazdı. Onun eşsiz önemi, insanların onun davranışlarını-ruhsal olduğu kadar bedensel davranışlarını da- içselleştirmelerinden kaynaklanmaktadır. Film kurgulanır. Chaplin’in davranışlarında yeni olan şudur: İnsanın kendini anlatım hareketlerini bir dizi küçük parçaya ayırmaktadır. Yaptığı her hareket, kesik kesik birçok hareketten oluşan bir dizide bir araya gelmektedir. İster yürüyüşü, ister bastonunu elinde tutuşu, ister şapkasını kaldırışı olsun-hep aynı şey söz konusudur: Ansızın ortaya çıkan küçük küçük hareketler; sinemanın görüntülere ilişkin yasasının insanın kinetiğine ilişkin yasaya uyarlanması. Bu davranışlarda gülünç olan nedir ki?
Kaynak: Walter Benjamin Kitabı(2018), Dipnot Yayınları. Hazırlayan ve çeviren: Tunç Tayanç.
Walter Benedix Schönflies Benjamin(1892-1940), Alman edebiyat eleştirmeni, düşünür, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısı.