Fikir Genel

Suyu Bulandırmadan Yurttaş Olmak Veya Olmamak

Written by Eren Öztürk

“Biri vardı. Suyu arıyordu.Toprağı üç kulaç kazdı. Suyu bulamadı. On kulaç, on beş kulaç kazdı. Gene suyu bulamadı. Sonra yerin derinliklerinde kara kaya tabakalarına rastladı. Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidini kesti. Fakat bir ses ona:

-Daha derine in, daha derinlere! dedi.

Daha derinlere indi ve suyu buldu.” Rama Krişma

İnsanlığın suyunu modernitede ve yurttaşlıkta bulduğunu düşünüyorum. Modernite ile birlikte bireysel varlığımızla ve bireysel varlığımızı güvenceye alarak tarih sahnesine çıktık. İtaat ettirilen ve yok sanılan kalabalıklar evrensel düzeyde birey ve yurttaş olarak varlık kazandılar. Fakat yurttaşlık kavramının pratik önemi zayıflatıldıkça düşünsel olarak da önemsizleştirildi. Yurttaş dediğimizde nüfus sayımları, kimlik kartları ve ulusal sınırlar içindeki şahıslar olarak algılamaya başladık.  X ülke vatandaşları diye anılan kalabalıkların içindeki herhangi bir şeye dönüştürüldük. 

Oysa yurttaşlık, doğuştan haklara ve özgürlüklere sahip olmaktır. Haklarını bilmek, aramak ve kullanmaktır. Toplumsal imtiyazların ortadan kaldırılmasıdır. Bu durum yönetenlerin ayrıcalıklarını da ortadan kaldırmak demektir. Yönetenler yurttaşların arasından seçilir ve yurttaşlara hesap vermekle yükümlüdür. Yurttaşlar denetleme hakkı olan etkin varlıklardır. Bu haklar havadan gelmemiştir. Büyük mücadeleler ile yasalaşmış, uluslararası sözleşmelere dahil edilmiştir. Bizler ise bugün öyle ya da böyle bunca hakkımızı bir kenara bırakıp köle olmayı tercih ediyoruz. 

Tüm dünyada boyutları şu ya da bu şekilde olmakla birlikte aynı sorunlarla boğuşuyoruz: gelir adaletsizlikleri, yolsuzluklar, derin yoksulluklar, sürekli savaşlar ve çatışmalar, hukukun iktidar sahiplerine göre uygulanması ve adaletsizlikler, demokrasinin tırpanlanması, demokratik denetimin ortadan kaldırılması, dinsel, etnik ve siyasal düşmanlıklar ve fanatizmler, doğal yaşam alanlarının şirketlerin kar hırsları için tahribatı, kontrolsüz göç ve dahası(sağlık gibi temel alanların ticarileşmesi bir yana içme suyunun ticarileşme süreci bile başlı başına trajiktir).

Peki bunca sorunun arasında bizler ne yapıyoruz? Bizler, Soğuk Savaş döneminden kalma ideolojik pozisyonlarla birbirimizle kamplaşıyoruz. İdeolojik manipülasyonların etkisiyle siyasi partilere ve liderlere kölece bağlılık duyuyoruz. Suni gündemlerin peşinden sürekleniyoruz. Medyanın önümüze sunduklarıyla fikir sahibi oluyoruz. En temel haklarını bile aramaktan yoksunlaşmış edilgen insanlara dönüşüyoruz. 

Günümüzde iş öyle bir noktaya varmıştır ki kapitalizmden en çok fayda sağlayan şirketler, kendilerinden daha fazla vergi alınmasını talep ediyorlar(Süper zengin aktivistler: Lütfen bizi vergilendirin, DW). Yanlış duymadınız; kendilerinden daha fazla vergi alınmasını istiyorlar. Bunu yurttaşlar olarak bizler talep etmez ve dile getirmezken bu sistemden en fazla fayda sağlayan dev şirketler dile getiriyor. Durumun acınası ve utanılası yüzünü göstermek adına oldukça açık bir örnek olsa gerek. Kapitalizme ve onun yönetme tekniklerine olan kölece bağlılığımızın geldiği aşama, kapitalizmden en fazla yararlanan grupları bile aşan bir sömürü ve adaletsizlik pozisyonuna sürüklenmiştir. 

Dergi olarak 2020 yılından itibaren üzerine eğildiğimiz bu konu, geldiğimiz noktada yakıcılığını daha da keskinleştirdi. Shakespeare’e atıfla “olmak ya da olmamak” meselesi, yurttaş olmak veya olmamak meselesine evrilmiştir. Artık daha fazla ideolojik manipülasyonlarla, suni gündemlerle ve sembolik araçlarla suyu bulandırmaya gerek yoktur.  Çağımız bize ya kölelikle yok oluş ya da yurttaşlık seçeneğini dayatmaktadır.  

Hem yaşadığımız sorunların evrenselliğine hem de Yurttaşlık mefhumunun evrensel önemine, usta yönetmen Ken Loach’un imza filmlerinden olan “Ben, Daniel Blake” ile ayna tutabiliriz. Kapitalizmin merkez ülkelerinden İngiltere’de Daniel Blake şöyle seslenmişti:    

“Ben bir müşteri, bir alıcı ya da hizmet kullanıcı değilim,

Ben bir kaytarıcı, bir beleşçi, bir dilenci ya da bir hırsız değilim,

Ben bir sosyal güvenlik numarası ya da ekranda yanıp sönen bir ışık değilim,

Faturalarımı, vergilerimi zamanında ve son kuruşuna kadar ödedim ve bununla da gurur duyuyorum,

Kimseye boyun eğmem, ama elimden gelirse komşumun gözünün içine bakarak ona yardım ederim.

Sadaka istemiyorum ve kabul de etmiyorum.

Benim adım Daniel Blake,

Ben bir insanım, bir köpek değilim.

Bu sıfatla haklarımı talep ediyorum.

Benim adım Daniel Blake, bir yurttaşım ne bir eksik ne de bir fazlası…”

Daniel Blake’in işaret ettiği gibi “ne bir eksik ne de bir fazlası” yurttaşlık bilincine ihtiyacımız var.

*Bu yazıyı bir giriş yazısı olarak tasarlandığımı belirtmeliyim. Bu bakımdan pek çok eksiği barındırıyor. Yurttaşlığın tarihsel öyküsü gibi temel bir bilgilendirmeden yoksun. “Ne oldu da yurttaşlık hem pratikte hem de teoride önemsizleşerek biçimselleşti ve tarihsel yerimizi kaybettik?” gibi soruların yanıtını da vermiyor. Kapitalizm ve modernite ilişkisi ile birlikte kapitalizmde yurttaşlık gibi başlıklardan da yoksun. Eksikleri sonraki yazılarımda tamamlamaya çalışacağım.

Yazar Hakkında

Eren Öztürk