Genel Spor

Metin Kurt: Nam-ı Diyar Çizgi Metin veya Futbolun Spartaküs’ü

Written by RizomDergi

Metin Kurt, 15 Mart 1948’de Kırklareli’de doğmuştur. Babasını erken yaşlarda kaybeden  Metin, eve babalık yapan kendi gibi futbolcu abisi İsmail Kurt’un izinden giderek futbolcu olmuştur. Bunun nedeni sorulduğunda ise; birimizin büyük futbolcu olup ailemize bakması gerekiyordu, diye anlatır. Metin, tırnaklarıyla kazıyarak idealine ulaşır ve büyük bir futbolcu olur. O artık Galatasaray’ın ve Milli Takım’ın yıldız futbolcusu Metin’dir. Profesyonel futbola Altay’la başlayan Metin buradan abisinin isteğiyle PTT’ye geçmiştir. Buradaki performansıyla Milli Takım’a yükselmiştir. Bir senenin sonunda Galatasaray’a gelmiş ve döneminin en iyi futbolcularından biri olarak anılmaya başlamıştır. Galatasaray ile birlikte 3 şampiyonluk yaşamıştır. Toplamda 37 kere milli takıma çağrılmış olup 26 kere A Milli, 9 kere 21 yaş altı, 2 kere de 18 yaş altı Milli Takım forması giymiştir.[2]

 Metin’in büyüklüğü ne paradadır ne sahip olduğu şöhrette ne de mülktedir. Onun büyüklüğü itibarındadır ki o itibar, emekçi halkın gönlünü kazanmaktan geçmektedir. Bilincindedir ki o bilinç, emekçi olma bilincidir. Duruşudur ki o duruş, barıştan, kardeşlikten, eşitlikten yana olmaktır. Metin Kurt’un sportif başarısı onun ahlaki, kültürel ve toplumsal tavır alışıyla birleşmiştir.

 Avrupa’daki sendikal hareketleri, 30 yıl önce Türkiye topraklarında başlatarak Türkiye spor tarihinin unutulmazları arasına girmiştir. Sendikayı kurmasındaki amacın; futbolcuların hayatını yöneticilerinin iki dudağının arasından kurtarmak ve emeğine saygılı, onurlu birer emekçi olmalarını sağlamak, futboldan sonraki geleceklerini güvence altına almak olduğunu söylemiştir.

 Metin’in sporculara aşılamak istediği panzehir olan emekçi bilinci futbolun egemenlerini korkutur. Galatasaray’da oynarken kazanılan Türkiye Kupası sonrası vaat edilen primlerin ödenmemesi üzerine birkaç futbolcu ile birlikte antrenmanlara çıkmama grevi başlatır. Hem sendikal hareketin öncüsü olmasının üzerinde yarattığı baskı hem de bu öncü eylemlerinin yayılan etkisi – tabiri caizse- Türk futbolundan aforoz edilmesine neden olur.    

 12 Eylül darbesiyle bütün toplumsal muhalefete yapıldığı gibi Metin’in öncülük ettiği sendikal hareket de susturulmak istenmiş ve kapatılmıştır. Daha sonraki yıllarda Spor-Sen,  Spor Emek-Sen ismini alarak sendikal faaliyetlerine devam etmiştir. “Başka bir futbol mümkün” felsefesini bu örgütlenmelerle hayata geçirmiştir. Spor Emek-Sen’in kuruluşunda sarf ettiği şu sözler, yarattığı sendikal hareketin tarihsel önemi hakkında bizlere fikir vermektedir:

 “Türkiye’de spor denince akla futbol; futbol denince de akla parmakla sayılabilecek sayıda elit futbolcu gelmektedir. Sermayenin uydurduğu bu sahte ortamda sporcuların örgütlenmesi ise gereksiz görülmektedir. Oysa trilyonlar kazanan elit futbolcularla, spor emekçilerinin genelini özleştirmek, sermayenin sınıf çıkarları gereği ortaya koyduğu bilinçli bir propagandadır. Bu durum spor ve sporcu gerçeğini yansıtmamaktadır. Sporcuların gerçek durumundan yola çıkan ve emeğin öncelikli değer anlayışını benimsemiş, şimdilik bir avuç spor emekçisi sistemden kaynaklanan ve yüz binlerce spor emekçisini içine alan spordaki sömürüye son vermek amacıyla Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası (Spor Emek-Sen)’ nı kurmuşlardır. Artık hiçbir şut emekçi kalesine girmeyecek, önce sporda ter dökenler kurtulacaktır.”[3]

 Futbol endüstrisini ayakta tutan emekçilerdir. Futbol endüstrisi ile emekçiler arasındaki ilişki oldukça girifttir. Emekçiler ve gençler kapitalist biçimde düzenlenmiş günlük yaşamlarında karşılaştıkları zorluklardan (geçim derdi, çocukların geleceği, düşük ücretler, iş yerlerindeki mobbing, işsizlik ve birçok şey) ve sinirsel yıpranmalarından uzaklaşmak için futbola başvururlar. Futbol hem psikolojik destek işlevi görevi görür, hem de ideolojik boşluğu ve özellikle gençler için yaşamı anlamlandırma arayışını doldurur. Futbol endüstrisi bu yapının elbette ki farkındadır. Sonuç olarak milyonlarca insanın bilgisizliği ve bilinçsizliği bu yapıyı büyütür. Bu nedenledir ki futbol endüstrisi bir emekçi olan futbolcuyu ikonlaştırarak kendi safına çeker. Böylece futbolcu emekçi halktan koparak onları uyutan bu yapının bir parçası olur. [4]

 Metin, kendisine yöneltilen; “Portekiz’in meşhur diktatörü Salazar, “Futbol olmasaydı ülkeyi yönetemezdim” demiş. Fiesta, fado ve futboldan oluşan bir “3F”den bahsedilir hep. Futbolun, egemen sınıf ideolojilerinin yeniden üretiminde böyle bir rolü var mı sizce de?” sorusuna verdiği yanıtla bu süreci çok iyi anlatır:

 “Sadece futbolda değil. Sanat, kültür, spor; yeniden üretim sürecinde, özgür zamanı tutsak hâle getiren şeyler.Bugün pop yıldızlarının, arabesk yıldızlarının yaptığı da bu. Seviyesiz filmlerin yaptığı da aynı şey. Hatta biz o zamanlar da diyorduk, “Yeşil sahayla Yeşilçam aynı çamurdur.” diye.

 İlkel toplumlarda spor yoktu. Çünkü bir insanın sanat, kültür, spor gibi doğrudan üretici olmayan etkinliklerde faaliyet gösterebilmesi için, özgür boş zamana ihtiyacı var. Avcılık, toplayıcılık ve doğada var olma kaygısıyla tüm gününü geçiren ilkel insanın spora ayıracak vakti yoktu. Sınıflı toplumların başlangıcında, efendiler özgür zamana kavuşuyorlar ve bu etkinlikleri onlar yapabiliyorlar. İlk olimpiyatlara efendiler katılıyorlar. Ödüller de Atina’da bir villa ve 5 tane esir gibi şeyler. Sonra kendi gladyatörleri onlar adına savaşmaya başlıyorlar. Bir dönem, spor yasaklanıyor. Karanlık çağ dediğimiz çağda, kilisenin iktidarda olduğu dönemde, spor yasaklanıyor. 19. yüzyıla kadar yok. Sanayi devriminden sonra, işçiler örgütlenip mücadele etmeye ve kazanım elde etmeye başlıyorlar. İş günü saatlerini kısaltıyorlar. Sermaye, işçilerin boş zaman elde etmesinden, sınıf savaşımını kızıştıracağı gerekçesiyle korkarak sporu ortaya atıyor. Fabrika takımları oluşturuluyor. “Aile” görüntüsü verilerek; patron, işçi ve memurlar aynı takımda yer alıyorlar.

 Tribünlerde kimler kavga ediyor? Dayanışma içerisinde olması gereken, aynı iş kolundaki işçiler. Bundan kimler kazançlı çıkıyor? Patronlar. Bunu işçi liderleri fark ediyorlar. Örgütlü işçilere “Maçlara gitmeyin, bu bize bir tuzaktır.” diyorlar ama öyle bir tutku gelişiyor ki, engelleyemiyorlar. O zaman ayrı örgütlenmeye, ayrı takım kurmaya karar veriyorlar. Patronları almayan işçi takımları. Bu sefer de, özellikle Almanya’da, işçi kulüplerinde spor yapan sosyalist işçiler, S.A.’lara (y.n.:Nazilerin paramiliter askeri örgütü) çok kolay hedef oluyorlar. O zaman da solcular bu işi görmezden gelmeye başlıyorlar. 3F hikayesiyle, “kitlelerin afyonu” hikayesiyle bu işten uzak durmaya çalışıyorlar.

 12 Eylül’den önce bir sendikacı maçlara gittiğini, takım tuttuğunu kolay kolay söyleyemezdi kimseye. Daha sonra, sosyalist ülkelerin olimpiyatlara girmesiyle, amatörlüğü ön plana çıkarmaya başladılar. “Seyir değil, kitle sporu” sloganıyla, profesyonellerin yaptığı spora karşı çıkıp, oyunu baz alan; ama aslında yine aynı tabanda olan bir şeyi savundular. O da tutmadı. Ben bütün bunların hepsinin pratiğinde olduğum için, bu olaya muhalif açıdan yaklaşmanın bir tek yolu kaldığını düşünüyorum: Biz spordan yana değil, sporcudan yana olmak zorundayız. Sporda fanatik değil, izleyici olmak zorundayız. Sporcular da örgütlü olarak kendi haklarını sermayeye karşı savunabilmeli. Spor Emekçileri Sendikası, bu ikisini birden yapmaya çalışacak.”[5]

  “Futbolun Spartaküs’ü” olarak anılan Metin Kurt hayattan öğrenmeyi bilen, insanları kazandıkları paraya göre değil, insan olma erdemlerine göre tanımlayan karakteri ile yaşamını biçimlendirdi. En çok utandığı anısını anlatırken şunları söylüyordu:

  “Malzemeci bir abimiz vardı. Bizim kramponları o yapıyor. Bir gün üç tane kitap attı önüme. O zamana dek hiç roman okumuş değilim. Victor Hugo’nun ‘Sefiller’ romanı, üçüncü cilt… Bir hafta sonra “Okudun mu?” dedi, “Okumadım.” dedim. “Bana bak, ben o kitaba maaşımın beşte birini verdim, eğer okumazsan benimle ilişkini keseceksin.” dedi. Onun hatırına baştan, ortadan, sondan baktım. Bir hafta sonra yine geldi. “Okudun mu?” dedi, “Okudum abi.” dedim. “Ne anladın?” dedi. “Ya abi Paris’in ne kadar çok kanalizasyonu varmış.” dedim. “Öğrene öğrene bunu mu öğrendin?” dedi. Başladı anlatmaya. Adam anlattıkça yerin dibine battım. Eziyor beni ama yanıt veremiyorum. “Aydınlanma, Ruso” filan diyor. Hemen oradan ilk kez bir kitapçıya gittim. Kennedy’yi severdik; ‘Cesaret ve Fazilet Mücadelesi’ni aldım. Bir laf hoşuma gitti, altını çizdim; ‘Haklı olduğun davada mücadele et, mutlaka kazanırsın.’”[6]

 Böyle bir futbolcunun bir malzemecinin karşısında kendini mahcup hissetmesi onun hayata bakışındaki farklılığın bir yansımasıdır. Çünkü Metin için para, şan, şöhret ve mülkiyet değil; onur, erdem ve hakkaniyet önemlidir.

 Metin Kurt’a çizgi lakabını neden aldığı sorulduğunda verdiği yanıt, hayatta durduğu yeri anlatmaktadır bize:

  “Ben halkçı bir adam değil miyim? Halka en yakın yer neresi? Çizgi! Protokol önünde oynamamak için bir devre sol açık, bir devre sağ açık oynardım.”[7]

 24 Ağustos 2012’de Metin Kurt, fiziksel olarak aramızdan ayrıldı. Ama futbolun/sporun bu onurlu yüzü yaşamaya devam ediyor. Onun isminde sembolleşen barış, kardeşlik, eşitlik ve başka bir spor/dünya mümkündür iradesini büyütmek, geliştirmek bizlerin ellerindedir. Egemenlere ve sömürücülere meydanı bırakmama, onların oyunlarını bozma ve gerçek bir takım olma vakti gelmiştir. Artık vakit savunma değil hücum vaktidir, kendi kalemize attığımız goller bize bir derstir. Metin’in kulağımıza fısıldadığı şiarını büyütme vaktidir: “Artık emekçi kalesine hiçbir top girmeyecektir, İleri!”


[1]Öztürk, Eren. Futbol, Sınıf ve Kültür, (17.10.2019).

[2]“Metin Kurt Kimdir?”, Gazete Duvar, Erişim:21 Ekim 2019: https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2018/08/19/metin-kurt-kimdir/

[3] “Haydi Sporcular Sendikaya!..”, Evrensel Gazetesi,  Erişim: 21 Ekim 2019: https://www.evrensel.net/haber/177465/haydi-sporcular-sendikaya

[4] Öztürk, Eren. Futbol, Sınıf ve Kültür, [email protected], (17.10.2019).

[5]“Brian Birch’e “Hâlâ Başbakan Olmadı Mı?” Dedirten Adam: Metin Kurt!”, Goal, Erişim: 22 Ekim 2019: https://www.goal.com/tr/news/2556/editoryal/2010/01/18/1746316/goalcom-%C3%B6zel-brian-birche-h%C3%A2l%C3%A2-ba%C5%9Fbakan-olmad%C4%B1-m%C4%B1-dedirten

[6]Ali Dağlar, Metin Kurt Röportajı, (31.12.2010), Hürriyet Gazetesi

[7]“Futbolun Spartaküsünün ardından: Metin Kurt…”, Sol Haber, Erişim: 23 Ekim 2019: https://haber.sol.org.tr/spor/futbolun-spartakusunun-ardindan-metin-kurt-haberi-58737

KAYNAKÇA

-“Brian Birch’e “Hâlâ Başbakan Olmadı Mı?” Dedirten Adam: Metin Kurt!”, Goal, Erişim: 22 Ekim 2019: https://www.goal.com/tr/news/2556/editoryal/2010/01/18/1746316/goalcom-%C3%B6zel-brian-birche-h%C3%A2l%C3%A2-ba%C5%9Fbakan-olmad%C4%B1-m%C4%B1-dedirten

– Dağlar, Ali, Metin Kurt Röportajı, Hürriyet Gazetesi, 31 Aralık 2010.

-“Futbolun Spartaküsünün ardından: Metin Kurt…”, Sol Haber, Erişim: 23 Ekim 2019: https://haber.sol.org.tr/spor/futbolun-spartakusunun-ardindan-metin-kurt-haberi-58737

-“Haydi Sporcular Sendikaya!..”, Evrensel Gazetesi,  Erişim: 21 Ekim 2019: https://www.evrensel.net/haber/177465/haydi-sporcular-sendikaya

-“Metin Kurt Kimdir?”, Gazete Duvar, Erişim: 21 Ekim 2019: https://www.gazeteduvar.com.tr/spor/2018/08/19/metin-kurt-kimdir/

-Öztürk, Eren, Futbol, Sınıf ve Kültür, [email protected], (17.10.2019), [email protected], (18.10.2019)

Yazar Hakkında

RizomDergi