Kandinsky, “Sanatta Ruhsallık” adlı kitabında şöyle der: “Her sanat eseri, çağının çocuğu ve çoğu zaman duygularımızın kaynağıdır.” Burada Baudrillard’ı ansak yeridir. Zira kendisi, çağdaş sanatçıların insanların imge ve düş dünyasının öldürdüklerini, ölmüş estetiğin melankoliye sebep olduğunu söylemiştir. Oysa bu yeni bir yüzyılın prototiplerinin fütürist bir manifestosundan başka bir şey değildir; değişen bir us vardır ortada; bunun yanı sıra sanat ve estetik hem aristokrasi tekelinden kalkması hem de yüce kalması, bu beklenemez.
İkinci dünya savaşından çıkan dünya yorgundu, toplumsal depolitizasyon yaşanmaktaydı. Sanatta bu toplumsal ortamda kendine yer bulmaya çalışmaktaydı ve akademi aracılığıyla kendine ifade alanı bulmaya başlamış, kamuya açılmış ve birçok özel sergi alanları ortaya çıkmıştı. Bu hem toplumu yönlendirme çabası hem de sanatı özgürleştirme hamlesi idi. Fakat işler beklenildiği gibi gitmez ve sanat hızlıca bir ticari alan, bir reklam kültürü haline gelir. Peter Bürger’in deyimiyle “avangardist artık eskisi gibi lanetli asi serkeş hayalperest anarşist falan değildir. Sanat işleriyle sanat yönetimine ait işler birbirine karışır. Sanatçılar kurumların düşmanları değil sorumluları olurlar; akademik mevkilere sanat işletmelerindeki idari mevkilere kayarlar.”
Kuramcılar, sanatın bir form olarak ne olduğu nasıl bir biçim kazandığı, sanat özgürleşirken anlamın nasıl bir yer teşkil ettiği gibi sorulara artık cevap arıyor olmuştur. 20.yy’da feodalizm yerini kapitalizme bırakırken tüketim kültürü içerisinde sanatta bir “estetik sorunu” göze çarpmaya başlamıştır.
Sanatın tarihselleşmesini ele aldığımızda bazı kaynakçalar ilk etapta Kilise boyunduruğunu ele almış ve zanaat ile harmanlamıştır. (Esasen burada çağlar öncesinde aidiyet istenci ile ortaya çıkan primitif sanatı da ele alabiliriz) Daha sonrasında bir saray sanat ve burjuva sanatı birbirini izlemiştir. Böylelikle sanatın kendi içinde kendini gerçekleşmesi ve hala sorgulanan o meşhur soru ; “Sanat sanat için midir sanat toplum için midir?” sorusuna zemin hazırlamıştır. Michelangelo’dan, Boticelli’den gündelik eşyaları benimseyen Ducahmp’a, Carelman’a uzanan birer anlayış bütünlüğü…
Nesneler birer form olarak yeniden anlamlanır hale gelmiştir, nesnelerin hangi kelimelerin yerine geçtiğini veya nesneler üzerinden bir eleştirinin dışavurumunu oluşturduğunu yeni bir eleştirel boyutta görülmektedir artık.
Nasıl proletarya sınıfı ile bir burjuva kültüründen bahsedebiliyor ve eleştirebiliyorsa; sanatın da bir antitez hale gelmesini ve kavramlarla kendini açımlamasını, estetiğin sorgulanır hale gelmesiyle tartışabiliyoruz. Sanat toplum hayatından giderek uzaklaşıyor mu yoksa gündelik hayatın bir parçası haline mi geliyordu?
Kaynakça:
Bürger, Peter. “Avangard Kuram.” Ali Artun (Sunuş Kısmı). Erol Özbek (çev.) 3 (2003).
Erol,İskender. Baudrillard’ın Sanat Anlayışı Ve Çağdaş Sanat, academia.edu.
KANDINSKY, Wassily. Sanatta Ruhsallık Üzerine,(G. Ekinci, çev.). İstanbul: Altı Kırkbeş Yayın, 2005.