Bilim-Ekoloji Genel

Bilimin Bilimsellik ile İmtihanı: Genetik ve IQ Testleri-1

Written by RizomDergi

Modern dünyada bilimin önemi ve insanlığa sağladığı kazanımlar saymakla bitirilemez. Bilim insanlığın ulaştığı gelişme düzeyinin önemli bir ölçütü olmuştur. Geçmişin birçok hastalıklı düşüncesinden bizi kurtarmış ve yaşam hakkının kazanılmasını sağlamıştır. İklim değişikliklerini ve sonucunda ortaya çıkan kıtlığı tanrıların kendilerini cezalandırması olarak yorumlayan toplumları düşünelim. Bu toplumlar tanrıların kendilerini affetmesi için binlerce insanı kurban vermişlerdir. Bugün bize komik gelecek bu düşünce, bir dönemin egemen düşüncesidir. Bilimsel bilginin yokluğunun ve insan bilgisizliğinin nelere yol açabileceğine basit bir örnektir.  Orta Çağ’da salgın hastalıklardan ölen milyonlarca insanı hatırlayalım. Modern tıp bugünkü gelişme düzeyiyle yaşam hakkımızı koruma altına almıştır.

Eklenebilecek sayısız faydalı şeyle birlikte bilim, birçok tartışmanın da odağındadır. Özerk bir toplumsal işleve sahipmiş gibi görünse de bilim, modern toplumun yapısına bağlı olarak işlevsel bir değişime uğramıştır. Bilim, egemen düşüncenin üretim aracı haline getirildiği için aydınlanmacı özelliğinden uzaklaştırılmıştır ve aklın, akıl dışını meşrulaştırmasına neden olmaktadır. Çağımızda bilim, genetiği değiştirilmiş organizmalardan biyolojik, kimyasal ve nükleer silahlara kadar doğa ve insan zararına birçok kötülüğe kaynaklık etmektedir. Bu durum bilimsel bilginin niteliğini sorgulamaya sevk eder. Bilimsel bilgi kim adına, ne adına üretilmekte, hangi amaçlar doğrultusunda kullanılmaktadır?  Bugün, bilimsel bilgi diye medya organlarında ve akademilerde yer alan birçok şeyin bilimsellikten uzak oluşu ve birer manipülatif malzeme işlevi görmesi bilime olan güveni azaltmaktadır. Bilimin karşısında hurafeler yeniden diriltilmektedir. Bütün bunların yanında, bilim dinle karşı karşıya getirilerek toplumun belirli kesimlerinin başvuru kaynağı olmaktan uzaklaştırılmaktadır. Oysa bilim, maddi dünyayla ilgilenir. Deney, gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütmeler ile evreni, dünyayı, canlılığı keşfe çıkar. Din ise kişinin özel alanıdır.  Bilim dinin değil, din tüccarlarının ve hurafelerin karşısındadır.

Hepimizin aklını şu soru kurcalamaktadır; ne olmuştur da bilim bu noktaya gelmiştir? Bu soruya verilebilecek birçok yanıt vardır ama biz iki belirgin yanıt üzerinde duracağız. Bunlardan ilki, bilimin toplumsal altyapıyla -kapitalist üretim ilişkileri- uyumlu bir üstyapı bileşeni olarak üretilmesidir. Bilimsel bilginin üreticisi, sistem içinde, kapitalist üretim ilişkilerinin bir bileşenidir ve onun gereklerini ‘doğal’ bir durummuş gibi kabullenmektedir.  Bu durum bilim insanını meta ilişkilerinin içine almaktadır. Bilimsel üretim, kar ve tüketime dayalı üretim yapan sistemin geliştiricisi haline gelmiştir. Üzerinde duracağımız ikinci yanıt ise birinci yanıta bağlı olmakla birlikte bilimin, insanı canlılığın merkezine koyan; insanmerkezci/homosantrik bir anlayışa sahip olmasıdır. İnsan türü diğer canlı türlerinden ayrıştırılarak üstün bir konuma yerleştirilmiştir. Oysa insan ne diğer canlı türlerinden üstündür ne de mükemmel bir organizmaya sahiptir. Bilakis insan, diğer canlı türleri gibi kusurludur ve gelişmişliğini de bu kusurlarına borçludur.[1] Örneğin zeka kavramı insana özgü olarak düşünülür fakat bu bilimsel bir hatadır. Çünkü diğer canlı türleri de bir zekaya sahiptir.[2] Fakat insan bedensel özellikleri, anlama ve kavrama yetisi, iş ve alet yapabilme becerisi, dil ve iletişim yeteneği arasındaki diyalektik bütünlük dikkate alındığında diğer canlı türlerine göre çeşitli avantajlara sahip olmuştur. Sorun, insanın bu avantajını diğer canlı türlerinden bir üstünlük gibi algılaması ve doğanın merkezine kendisini koymasıdır. Bu durum insan dışındaki ekosistemin insana tabi kılınmasına, diğer canlı türlerinin yaşam hakkının yok sayılmasına ve istismarına sebep olmaktadır.

Rizom Dergi bilimin kurulu düzeni; eşitsizliği, adaletsizliği, akıl dışını meşrulaştırmasına karşıdır. Bilimin bütün canlıların yaşam haklarını ve ekosistemi koruyan, insanın diğer canlı türlerinden üstün olmadığını ve onlar ile uyumlu ve barış içinde yaşayabileceğini gösteren, doğayı yaşanabilir kılan adil ve özgür bir toplumun oluşumuna hizmet eden şekilde kullanılmasını savunmaktadır. Bu sayımızda bu fikre bağlı olarak genetik biliminin bilimsel zeminden uzaklaşarak nasıl bir manipülasyon aracı haline getirildiğini ve bilim insanlarının bu duruma karşı gösterdikleri direnişi inceleyeceğiz. Bunu yaparken ülkemizde de son dönemde gündeme gelen IQ – Zeka testleri ve zekanın sınıflandırılması gibi konuları da ele alacağız.

Genetik Biliminin Doğuşu

“Avustralyalı bir keşiş ve amatör botanikçi olan Gregor Johan Mendel, 1960’larda bitkilerin kalıtsal özelliklerini dikkatlice incelemiştir ve genetik kalıtsallık olgusunu keşfetmiştir. Alçak gönüllü bir yapıya sahip olan Mendel, incelediği bitkilerden çıkardığı sonuçları tanınmış bir biyaloga göndermiştir. Ama tahmin edilebileceği gibi bu biyalog Mendel’in düşüncelerini hiçbir anlam taşımıyor diyerek kenara atmıştır. Cesareti büyük ölçüde kırılan Mendel, düşüncelerini herkesten saklayıp bitkilerinin başına dönmüştür. Onun devrimci çalışmaları ancak 1900’de, yani genetik biliminin gerçekten doğduğu tarihte yeniden keşfedilmiştir. Mikroskoplardaki gelişmeler, hücrenin içini görmeyi mümkün kılmış, bu da genlerin ve kromozomların keşfine yol açmıştır.”[3]

“Genetik, hayatın devamlı gelişimini anlamamızı mümkün kılar. Yaşamın evrimi, kendini kopyalayan bir molekülün ortaya çıkması demekti, bu molekül yaşam formlarının özelliklerini gelecek kuşaklara iletebiliyordu. Bu mekanizma deoksiribonükleik asittir (DNA). Bu kendini üreten DNA molekülü vücudun belli bir bölgesinde yoğunlaşmaz, tersine her bitki ve hayvan hücresince içerilir. Evrilen en yüksek tür, üç milyar yıllık bir evrimin ürünü olan insan türüdür. Yetişkin insanlar bir trilyon hücreden oluşurlar, ama gebeliğin başlangıcında yalnızca tek bir hücreli embriyo vardır. Bu nasıl oluyor? Bunun sırrı DNA’dadır. Bu tek hücrenin içinde, bir insanın inşası için gerekli genetik kodu barındıran DNA molekülü vardır. Genler tarafından taşınan genetik bilgi, kimyasal olarak kodlanmış biçimde depo edilir. Bir gen DNA’nın bir bölümüdür ve belli tipte bir protein oluşturacak bilgiyi içerir.”[4]

Keşfedilen bu “Gen’’ nedir ve nasıl bir işleve sahiptir? “Gen kalıtım birimidir. Bir organizmanın sahip olduğu tüm genler toplamına genom denir. Bilimciler, yaklaşık 100.000 adet genden oluşan insan genomundaki tüm genleri tanımlayacak bir projeyle meşguldürler. Her hücre neslinde genler kendilerini yeniden üretir; özel enzimler biçimindeki proteinler bu süreçte önemli bir rol oynar. Bu kendini yeniden üretim sayesinde genler her yeni hücre için bir kez daha oluşturulurlar. Böylece genler dolaylı olarak, tüm hücreleri inşa eden ve besleyen proteinleri üretirler. Bakteri hücrelerinden bitki ve hayvan hücrelerine; yaprak ve gövdeyi, kasları ve kemikleri, ciğerleri ve böbrekleri, ve beyin de dahil daha birçoklarını oluşturan özelleşmiş hücrelere. Her hücre ilk hücrede mevcut olanlarla aynı gen kadrosunu içerir. Her insan hücresi muhtemelen her tür insan hücresini ve bu nedenle de bütün bir insanı yapmak için gerekli genetik bilgiyi içerir (klonlama deneyiyle kanıtlandığı üzere), fakat her hücrede bu bilginin yalnızca seçili bir kısmı kullanılır. Bu, çeşitli hücrelerin üretiminde ihtiyaç duyulan proteinleri kodlamak için yalnızca belli sayfaları ve hatta yalnızca belli satırları ve sözcükleri seçilen bir kılavuz kitaba benzer.” [5]

Genetik biliminin keşfi, insan bedeninin ve doğanın gizeminin çözülmesinde önemli bir eşik olmuştur. Çözülen her gizem insanlık ve doğa yararına bir gelişmenin göstergesidir. Kalıtım yoluyla aktarılan hastalıklara karşı önceden tedbir alınabilmesi ve tedavi edilebilmesi bunun en doğrudan örneğidir ve örnekleri çoğaltmak mümkündür. Fakat genetik bilimi de diğer bilimsel disiplinler gibi kapitalist üretim ilişkilerine uyumlulaştırılmış, tüm insanlığın ve canlılığın yararına kullanılması bir yana piyasa düzeninin işleyişine ayak uydurmuştur; hastalıklara çözüm olabilecek tedavilere varsıl kesimler ulaşabilmekte, yoksul halk ise bu imkanlardan yoksun bırakılmaktadır.  

İdeoloji Bilime Sızıyor

Genetik bilimi, ideolojik manipülasyona en sık başvurulan alanlardan biridir. Belki de en tehlikesi ırkçılığa ‘bilimsel’ kanıt oluşturmak için kullanılmasıdır. Elbette kanıt olarak sunulanlar manipülasyondan ibarettir. Fakat etkisi sanıldığından çok daha yüksektir. Bu ırkçı kullanım yalnızca Hitler rejiminde görünürlük kazanan ojenik hareket ile sınırlı değildir ve modern tekniklerle gizlenmiş birçok versiyona sahiptir. Örneğin, IQ ve zeka testlerine; beyazların siyahlardan, İngilizlerin İrlandalılardan üstün olduğunu kanıtlamak için kısaca ırkçılığa ‘bilimsel’ temel oluşturmak için başvurulmaktadır. Bu konuyu ilerde daha detaylı ele alacağız. Öncelikle bu sürecin arkasındaki düşünce yöntemlerini incelemeliyiz.

Genetik biliminin insanlığa bu denli zarar verici şekilde kullanılmasının arkasındaki temeli biyolojik determinizmin en bayağı biçimleri oluşturur. Bu düşünme yöntemine göre insanlar arası ortaya çıkan eşitsizlikler onların genetik yapılarının ürünüdür. İnsanlar sabit ve değiştirilemez birer nesneye indirgenir ve onlar, içinde bulundukları koşullardan ve süreçlerinden yalıtılarak ele alınır. Örneğin Afrika halklarının “görece olarak geri kalmış olması” onların genetik yapılarına bağlanır. Böylece bu halkların geri kalmasından sorumlu olan güçler, nedenler, tarihsel süreç gizlenir. Bu yaklaşımın temelinde yukarda sözünü ettiğimiz biyolojik determinizmin neden olduğu genotipin insan davranışlarını ve varoluşunu belirlediği anlayışı vardır.

İnsan davranışlarının genotip tarafından belirlendiği yaklaşımı yalnızca genetik bilimince değil antropoloji, tarih ve sosyoloji bilimi tarafından da yanlışlanmıştır. Hiçbir bilim insanı 1800’lerde yaşayan bir insanla 1900’lerdekini ve 1900’lerde yaşayanla 2000’lerde yaşayan insan davranışın bir ve aynı olduğunu söyleyemez. Bu da genetik yapının insan davranışlarının üzerinde temel belirleyici olmadığının apaçık bir kanıtıdır. Fakat büyük piyasa toplumlarında maalesef yukarıda eleştirdiğimiz tezler bilimsellik sıfatıyla birlikte okullarda ders olarak okutulmaktadır. Richard Dawkins’in “Gen Bencildir” kitabının Amerikan üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulması bu hastalıklı düşüncenin yaygınlaşma potansiyeli hakkında fikir vermektedir. Bu okullarda eğitim gören ve kendini ‘bilim insanı’ addeden birçok genç bu fikirlerin bilimsel olduğunu düşünmektedir. Dawkins düşüncesi popülerliği sebebiyle önemlidir ve olguların düşünce yöntemindeki çarpıklık nedeniyle ne tür bozulmalara uğrayacağının tipik bir örneğidir.

Dawkins için “Bizler yaşam kalım makineleriyiz, genler adıyla bilinen bencil moleküllerini körü körüne korumak için programlanmış robot araçlarız.’’[6]dır. İnsanı başlı başlına genler tarafından programlanmış robotlara indirgeyen bu yaklaşım giderek daha tehlikeli hale bürünecektir ve Dawkins “Buna dayanarak, genlerimizde belirli nitelikler olduğunu ileri sürebiliriz. Ben başarılı bir gende, baskın özelliğin acımasız bir bencillik olduğunu savunacağım. Genin bu bencilliği, bireyin davranışlarında da bencil olmasına yol açacaktır.”[7] diyecektir. Bu düşünme biçimine göre toplumsal eşitsizlikler, haksızlıklar, savaşlar, suçlar ‘normal’dir ve insan biyolojisinin kaçınılmaz bir sonucudur veya yazgısıdır.

Toplumsal yıkımın ve sorunların insan biyolojisine yüklenmesinden en çok fayda sağlayacak piyasa düzenidir. Elbette bu savı ortaya atanlar, toplumsal gerçeklerle yüzleşmemek ve sorumluluk almamak için harika bir ‘gerekçe’ bulmuşlardır. Sosyal düzenin çarpıklığı, bu düzeni meydan getiren kurumların ve ideolojik aygıtların sorunları bir çırpıda buharlaştırılır. Tüm bunları dile getirenlerin profesör unvanına sahip olmasının bu tezleri bilimsel kılmadığı unutulmamalıdır. Aksine unutturulmaya çalışılan tam da bu profesör unvanı taşıyan şahısların oynadığı işlevdir. Bilerek ya da bilmeyerek onlar tam da bu düzenin istediği yönde davranır ve bilgi üretiminde bulunurlar. Konunun dışına çıkmamak adına eleştirilerimizi şimdilik bununla sınırlayalım ve Dawkins düşüncesinin sorunlu yönlerini sergilemeye devam edelim.

Dawkins’in temel hatalarından birisi giriş bölümünde eleştirdiğimiz, insanı ‘hayvan’lardan üstün gören anlayışın karşıtı olarak insanı ve hayvanı özdeşleştiren, aynılaştıran yaklaşımdır. Hayvan kavramının bu kavram içine sokulan birçok türü hiçe saymak olduğunu söyleyen Derrida, kuşlar ve farelerin hayvanlar diyerek tek bir kategoride toplanmasının bilinçli bir kullanım olduğuna dikkat çeker.[8] Bu kullanım örneklediğimiz canlıları tek bir davranış kalıbına sokar ve insanın bu canlılardan farklılığını üstünlük biçiminde ele alır. Dawkins’in söylem düzeni ise farklılıkları tekilleştirmiş, insan ve hayvanı eşitlemiştir. Hayvanlar bencil iseler-ki bu da tartışmalı bir savdır- insanlar da bencildir. Bu Aristo’nun biçimsel mantığıdır ve yaşamın her alanına bu şekilde uygulamak ağır bir hata ve yanlıştır. Dawkins’in fikirleri Darwinizm’in sosyal versiyonunu tanımlamaktadır ama Darwin’in kendisi buna karşıdır: “Yoksullarımızın sefaletine doğa kanunları degil de kurumlarımız yol açıyorsa, günahımız büyüktür.” (Charles Darwin, Voyage of the Beagle) Dawkins insan bencilliğini bir doğa kanunu haline getirmeye çalışarak bizlere de bir iyilik yapmış olur: “Sizi günahlarınızdan arındırıyorum!” Teşekkürler Dawkins ama bizim günahlarımızdan arınmaya değil günahlarımızla yüzleşmeye ve onlardan kurtulmaya ihtiyacımız var.

Bilimsel alanı kuşatan biyolojik determinist (kimileri bunu sosyal darwinist olarak adlandırmaktadır ama biz bu kullanımı tercih etmemekteyiz) mantık o kadar yaygındır ki Dawkins bu isimlerin yanında masum kalmaktadır. Dawkins’in gücü popülerliğinden, orantılı ve perde arkasından desteklediği piyasacı yaklaşımından gelmektedir. Fakat bilimin bilimselliğini ve bir nevi onurunu koruyan bilim insanları da mevcuttur. Bu alandaki en önemli isimlerden biri olan Stephen Jay Gould bu hattın başını (Steven Rose, Oliver Morton ve birçok değerli bilim insanı ve yazarı)  çekmektedir. Gould, genetik alanındaki ve diğer pek çok alandaki ırkçı ve biyolojik determinist yaklaşımlara karşı amansız bir savaşım vererek bilim insanı duruşunun örnek ve sembol bir ismi olmuştur. 

Jay Gould yukarıda alıntıladığımız Dawkins’in cümlelerini alıntılar ve şu cevabı verir:

“Yukarıdaki açıklamalarda insanların çoğuna en çarpıcı ve en insaf dışı gelen bölüm -başka bir deyişle, genlerin bilinçli eylemde bulundukları yakıştırması- beni rahatsız etmiyor. Sizin ve benim bildiğim denli Dawkins de iyi bilir ki, genler planlama ve tasarlama yapmazlar; kendi kendilerini korumaya yönelmiş kurnaz kişiler gibi davranmazlar. Dawkins’in yaptığı yalnızca, aralarında ben de olmak üzere (ama umarım daha seyrek olmak üzere) evrim konusunda tüm çok okunan yazarların (belki de düşüncesizce) yararlandığı bir metaforlu kestirme anlatımı, doğrusu çoğundan daha renkli bir biçimde, sürdürmek. Genler kendi suretlerinde daha çok gen meydana getirmeye uğraşırlar sözüyle, neyi kastettiğini şöyle açıklar: “Seçilim, rastlantı sonucu sonraki kuşaklarda daha çok sayıda suretleri hayatta kalacak biçimde değişime uğrayan genlerden yana çalışır.” Tümcenin ikinci bölümü (sonraki kuşaklarda daha çok suretleri hayatta kalacak biçimde değişmek) gerçeklik içeren bir sözdür; birinci bölümü (seçilimin, değişime uğrayan genlerden yana çalışması), kestirmecidir ve metafor olarak kabul edilebilirse de, anlam olarak doğru değildir.

Ama yine de, Dawkins’in aşağıdan yukarıya yönelttiği saldırıda can alıcı bir sakatlık buluyorum. Dawkins genlere ne denli güç atfetmek isterse istesin, bir şey var ki, onlara veremez, doğal seçilimce doğrudan görülmelerini sağlayamaz. Kısacası, seçilim genleri göremez ve aralarında doğrudan seçme yapamaz. Bedeni aracı olarak kullanmak zorundadır. Gen hücre içine saklanmış bir DNA parçasıdır. Seçilim, gözüne bedeni kestirir. Kimi bedenlere gösterdiği kolaylık, onların daha kuvvetli olmalarından, daha iyi yalıtılmış olmalarından, eşeysel olgunlaşmanın daha erken bir aşamasında olmalarından, daha savaşkan olmalarından ya da göze daha hoş görünmelerinden ileri gelir.

Eğer seçilim, daha kuvvetli bir bedeni yeğlerken, bir kuvvet geni üzerinde eyleme geçse, o zaman Dawkins doğrulanmış olabilirdi. Eğer beden açık seçik bir gen haritası olsaydı, o zaman savaşan DNA parçacıkları renklerini dıştan görünecek biçimde sergilerlerdi ve seçilim doğrudan onlar üzerinde etkili olurdu. Ama beden böyle bir şey değil.

Sol diz kapağınız ya da tırnağınız gibi bunca açık seçik beden yapı parçacıkları için “ayrı” genlerin varlığı söz konusu değil. Bedenler, her birinin ayrı genden inşa edildiği bölümlere ayrılamaz. Çoğu beden parçasının yapımına yüzlerce gen katkıda bulunur ve bunların işleyişi, -doğum öncesi ve sonrası, içten ve dıştan olmak üzere- çabuk ve sık değişen çevresel etki dizileri aracılığıyla yönlendirilir. Beden parçaları dönüşümden geçmiş genler değildir. Seçilim, beden parçaları üzerinde bile doğrudan doğruya etkili olmaz. Organizmaları ya bütünüyle kabul ya da bütünüyle reddeder. Çünkü, yan yana gelmiş beden parçalarının karmaşık biçimlerde etkileşimi, organizmaya üstünlük kazandırır. Kendi hayatta kalma yollarını kendisi tek başına seçen gen görüntüsünün, bizim anladığımız gelişme genetiğiyle hemen hiç ilgisi yoktur. Dawkins’in bir başka metafor bulması gerekecek: Kurultay yapan, ittifaklar kuran, yönetim belirleyen, bağlaşmalar kuran, bir antlaşmaya katılma olasılığı durumunda razı olan, olası yaşam çevrelerini değerlendiren genler gibi… Fakat bunca çok geni kaynaştırıp onları, çevrenin aracılığında hiyerarşik eylem zincirleriyle birbirine bağladığınız zaman, ortaya çıkan nesneye verdiğimiz ad, bedendir.’[9]

Gould, insan doğasının bencil olduğuna dair yaklaşımların genelleşmiş bir ön yargıdan oluştuğunun bilincindedir. Bilimsel alandaki tahribata karşı mücadelesini sürdürür. Freud’un as Unbehagen in der Kultur’da (Uygarlığın Huzursuzlukları) dile getirdiği, doğamızın saldırgan ve bencil olduğu, uygarlığın biyolojik eğilimlerimizi bastırdığı fikrini reddeder. Bizzat bu uygarlık tarafından insan bencilliğe itilmektedir, tespit edilmesi gereken noktalardan biri budur.  Bir diğeri Gould’un belirttiği gibi, bu fikir, kökleri teolojik ön yargılar ve sınıfsal perdelemeler ile doludur. “…Kendimizde eleştirdiğimiz şeyleri hayvansal geçmişimize atfederiz. Acımasızlık, saldırganlık, bencillik, kısaca genel kötülük…”[10]’ün bu geçmişten geldiğini ama iyiliğimiz ve uygarlığımızın insanlığa özgü olduğunu düşünürüz.  Bu anlayış yukarıda aktarılmış insan merkezci doğa algısının bir sonucudur. İnsan doğası, bencillik ve genetik ilişkisine Gould’un yanıtı oldukça nettir: “… belirli davranışları özgeci ya da fırsatçı genlerin varlığıyla açıklayan belirlenimci spekülasyonlara girmeden, bu noktada duruyorum. Genetik yapımız geniş bir davranış aralığına izin verir. Cimrinin fırsatçı genler nedeniyle biriktirdiğini, hayırseverin doğa ona normalden fazla özgeci gen verdiği için iyilik yaptığını sanmıyorum. Eğitim, kültür, sınıf, statü ve “özgür irade” dediğimiz bütün soyut şeyler, genlerimizin izin verdiği geniş yelpaze içinde, davranışlarımızı aşırı özgecilikle aşırı bencillik arasında nasıl sınırlandıracağımızı belirler.’’[11]

Stephen Jay Gould’un ve Steven Rose’un bilimsel direnişi Dawkins’i geri adım atmak zorunda bırakır. Gen Bencildir kitabının sonraki basımında ve Genişletişmiş Fenotip kitabında düşüncelerinde revizyona gider. Bilimsel olguların çarpıtılmasına karşı verilen mücadelenin hayatın adil ve onurlu bir şekilde yaşanmasıyla olan bağı hiç bu kadar net olmamıştı. Bilim alanından gelen her şeye ‘bilimsel’dir demek ve ön kabulle yaklaşmak oldukça yanıltıcıdır. Bu anlayış bilimi dogmatik hale getirir halbuki bilimsel yasalar yanlışlanabilir yapıdadırlar. Bu da bilgiyi “bilimsel” yapan en temel unsurdur. Bilgi iktidarın sesi haline getirilmişse bilim bir direniş alanıdır.


[1]Stephen Jay Gould, Pandanın Başparmağı, Çev.:Ülkün Tansel, Versus Kitap, 2010, s.3.

[2]Lori Marino, et al. Cetaceans have complex brains for complex cognition. PLoS biology (5), 2007, s.1-18.

[3]Alan Woods, Ted Grant, Aklın İsyan, Çev.:Ufuk Demirsoy&Ömer Gemici, Tarih Bilinci Yayınları, 2011,s.339

[4]A.g.e., s.340.

[5]A.g.e., s.340.

[6] Richard Dawkins, Gen Bencildir, Çev.:Asuman Müftüoğlu, Tübitak Yayınları, 2007, s.5.

[7]A.g.e., s.11.

[8]Jacques Derrida,  The Animal That Therefore I Am, Çev.:David Wills, Fordham University Press., 2008. Aktaran: Güncel Oğulcan Ülgen, Aristoteles’ te ve Derrida’da Hayvan Sorusu,Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019, s.80-81.

[9]Stephen Jay Gould, Pandanın Başparmağı, Çev.:Ülkün Tansel,  Versus Kitap, 2010, s.95-96.

[10]Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası, Çev.:Ceyda Temürcü, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2003, s.282.

[11]A.g.e., s.288.

Yazar Hakkında

RizomDergi