1)Alçaklığın Evrensel Tarihi-Jorge Luis Borges
Jorge Luis Borges ile yeni tanışanlar için iyi bir başlangıç kitabı. ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’, yeryüzünün farklı coğrafyalarındaki hikâyelerden oluşuyor. Kurgu ve gerçeği birbirine karıştıracağınız bir akıcılık ve sürükleyicilikte okuru büyülemeyi başarıyor. Eserin edebi yanının dışında, içindeki felsefi, sosyolojik, siyasi mesajları algılayabilmek sizlere ayrı bir keyif verecektir. Alçaklığın evrensel tarihi, duyguların ve duygulanımların ortak bir tarihini yazmak bakımından da ilgi çekici bir içeriği barındırıyor.
“Tekmil ırmaklar suskunluğa büründü, tekmil denizler dinginliğe kavuştu. İnsanlar silâhlarını sattılar ve öküz alıp tarlalarını sürmeye koyuldular. Tanrılara sunular gömdüler, tepelere tırmanıp yakardılar, gün boyu kafesler arkasında şarkılar söyleyip eğlendiler.”
2)Pandanın Başparmağı-Stephen Jay Gould
Stephen Jay Gould’u tanımayanlar sanırız bu okumadan sonra birkaç gün yas ilan edeceklerdir. S.J. Gould iyi bir paleontolog, jeolog, zoolog, taksonom ve bilim tarihçisi olarak tanınmaktadır. Fakat S.J. Gould ismi esasında bilim ve insanlar arasındaki dostluk köprülerini kurmasıyla bilinir. Aynı zamanda bu köprü doğayla insan arasında da kurulmuş bir köprüdür. Ön yargılarımızdan kurtulma zamanı! Belgesellerde gördüğümüz pandaları, odamızın bir köşesinde uçuşan farklı tür kelebekleri, birbirinden güzel balıkları ve birçok canlıyı, bilim ve siyaset ilişkisini, yaşamın doğuşuna dair olan savları, evrimsel değişimi ve zamanı olağanüstü bir bilim anlatımıyla sunan bu kitap S.J. Gould’un başyapıtları arasındadır.
“Lampsilis’in yalnız olmadığını yakınlarda öğrendiğimde şaştım kaldım. Balıkbilimci Ted Pietsch’le David Grobecker, hayret verici bir Filipin fenerbalığının tek örneğini insan ayağı değmemiş bölgelerde, kelle koltukta geçirdikleri serüvenler sonunda değil, nice bilimsel yeniliğin kaynağı semt akvaryumcusunda buldular. (Heyecan verici keşiflerin temelinde, çoğunlukla abartılmış erkeklik değil, farkındalık vardır.) Fenerbalığı zokasını larvasına taşıyıcı bulmak için değil, akşam yemeğini kendisine çekmek için kullanır. Burnunun ucunda, oldukça değişime uğramış bir sırt yüzgeci dikeni bulunur. Bu dikenin ucuna uygun bir zoka kondurmuştur. Yüzeyden ışığın ulaşamadığı karanlık bir dünyada yaşayan kimi derin deniz türleri, avlarını kendi ışık kaynaklarının yardımıyla tutarlar. Zokalarının üzerinde fosforışığı yayan bakterileri biriktirirler.”
3)Spinoza Üzerine 11 Ders-Gilles Deleuze
Michel Foucault’un “Birgün yüzyılımız Deleuzcu yüzyıl olarak anılacaktır.” dediği Gilles Deleuze, felsefesi ve düşünme tarzıyla bütün bir felsefe tarihi üzerinde çığır açıcı bir etkiye sahip olmuştur. Deleuze’un Spinoza üzerine verdiği derslerden oluşan bu kitap okur açısından büyük bir şanstır. Spinoza gibi büyük bir filozofun felsefesini, Deluze’un yüksek zihinsel gücüyle yorumlama fırsatından yararlanmakla kalınmıyor, aynı zamanda işçinin, meslek insanının, öğrencinin ve sokaktaki insanın anlamasına da olanak tanınıyor. Duygular, düşünceler, düşünme tarzımız, duygulanımlarımız, akıl-etik, sevinç-üzüntü, kudret bu eserin konusu olabilmekte; felsefe yaşamın temel dokularına ulaşabilmekte ve olağan işleyişine girebilmektedir.
“Yuvarlanan bir taş hayal et. Bu bize özgürlüğü anlatmaz. Şimdi istersen, taşın, hareket etmekteyken düşündüğünü ve hareket etmek için elinden geldiğince çaba gösterdiğinin farkında olduğunu düşün emin ol ki, sadece kendi çabasının farkında olduğundan ve buna karşı hiç de kayıtsız olmadığından bu taş özgür olduğunu ve hareketini istediği için sürdürdüğünü sanacaktır. Herkesin sahip olduğu için övündüğü ve sadece insanların iştahların bilincinde olup onları belirleyen nedenleri tanımalarına dayanan şu insan özgürlüğü işte böyle bir şeydir. Bir bebek sütü, özgürce içtiğine, genç bir delikanlı öç almaya ya da ödleğin tekiyse kaçmaya özgürce karar verdiğine inanır. Ayyaş ayıldıktan sonra söylemeyi istemeyeceği bir şeyi sarhoşken zihninin özgür iradesiyle söylediğine inanır. Aynı şekilde geveze, deli ve benzeri birçok kişi zihinlerinin özgür iradesiyle hareket ettiklerine, hiçbir şeyin onları buna zorlamadığına inanırlar. Bu önyargı doğal, bütün insanlarda ortak ve doğuştan olduğu için, ondan kurtulmaları hiç kolay değildir. Aslında deneyim pekala yeterince gösterse de, insanların pek az becerebildikleri bir şey varsa o da iştahlarını kontrol etmektir.”
4) Özne ve İktidar- Michel Foucault
20.yüzyılın en büyük düşünürlerinden M. Foucault, yazıları ve kuramlarıyla bir yüzyılı sarsmayı başarmıştı. 21. yüzyıla gelindiğinde ise bu sarsıntı zihinlerde büyük bir deprem etkisi yaratıp olgunlaşmaktadır. M. Foucault düşüncesi, insanın bilim ve felsefeyle olan dışsal ilişkilenişine vurulmuş en ağır darbelerden biridir. Foucault, yaşamın ve insanın içindeki bilim ve felsefedir. İktidar, hapishaneler, delilik, söylem, birey, toplum, aydınlanma, cinsellik, hakikat, özne ve dahası Foucault’nun sorunsalı olmuştur. Özne ve iktidar, Foucault’nun seçme yazılarından ve söyleşilerinden oluşan bir çalışmadır. Foucault’nun düşünme tarzını, iktidar teorisine yaklaşımını, özne ile olan ilişkisini, bilgiyi, hakikat kaygısını, hakikat oyunlarını, siyasi rasyonalizmi, etiği, iktidar ve özgürlük arası mücadeleyi yani Foucault’ya dair temel izleklere ulaşabileceğiniz şahane bir konsept oluşturulmuştur.
“İktidar ilişkisinin özünde yatan ve onu devamlı kışkırtan etken, istencin boyun eğmeyişi ile özgürlüğün inadıdır. Özsel bir uzlaşmazlıktan söz etmektense, bir “çekişme” den söz etmek, aynı zamanda hem karşılıklı teşvik etmeyi hem de mücadeleyi içeren bir ilişkiden söz etmek; birbirine karşı her iki tarafı da felce uğratan yüz yüze bir kapışmadan ziyade sürekli bir kışkırtmadan söz etmek daha yerinde olur.”
5) Calıban ve Cadı-Silvia Federici
Silvia Federici, kapitalizme geçiş sürecinde bedenin tarihini yazmak istiyor. Feminist bir teorisyen olarak kadın merkezli bir yaklaşımdan hareketle, kapitalizme geçişin ancak kadının üretim sürecindeki rolü ile anlaşılabileceğini iddia ediyor. Bu kitap ilginç polemiklere kapı aralıyor. Federici, Foucault’yu soyut, cinsiyetsiz ve evrensel bir özne üzerinden tarih okuması yapmakla eleştiriyor. Ve kadının konumunun silikleştiğini söylüyor. Federici’nin bu eleştirisinin derinliğinin zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Foucault’nun ‘soyut, cinsiyetsiz, evrensel’ bir özne üzerinden bir tarih okuması yapması onun kadınları yok saymasından değil, iktidar ve karşı iktidar tekniklerinden ve modellerinden bağımsız bir okuma geliştirmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Kitabın dikkat çekici diğer bir yanı kapitalizmin bir karşı devrim hareketi olduğuna dair güçlü savlarıdır. Kadınlar, beden ve üretim arasındaki ilişkiyi böyle bir pencereden okumak, tarihin içinde bir gezintiye çıkmak ufkumuzun sınırlarını zorlayacaktır.
“Cadı avının kapitalist toplumun gelişimi ve modern proletaryanın doğuşundaki en önemli olaylardan biri olduğu görülmedi. Çünkü kadınlara yapılan başka hiçbir eziyetle karşılaştırılamayacak olan bu terör kampanyası, toprak özelleştirmeleri, artan vergiler ve toplumsal hayatın her yönü üzerinde devlet kontrolünün genişlemesi sonucu köylü toplulukların çoktan parçalanmakta olduğu bir dönemde, soyluların ve devletin saldırılarına karşı Avrupalı köylülerin direncini kırmıştı. Cadı avı erkeklere kadınların güçlerinden korkmayı öğreterek, kadın-erkek ayrımını derinleştirmiş ve kapitalist iş disipliniyle uyuşmayan pratikler, inançlar ve toplumsal özneler dünyasını yok ederek toplumsal yeniden üretimin esas unsurlarını yeniden tanımlamıştı. Bu anlamda tıpkı o günlerde yaşanmakta olan “halk kültürü”ne karşı saldırılar ile yoksulların ve serserilerin yoksullar evine ve ıslahevlerine “Büyük Kapatılma”ları gibi, cadı avı da ilksel birikimin ve kapitalizme “geçiş”in temel yönlerinden biriydi.”
6) Bellek ve Akdeniz-Fernand Braudel
Tarih severler için kaçırılmayacak bir kitap önerisi. Fernand Braudel gibi tarih ustasının kaleminden çıkan Bellek ve Akdeniz, sizi tarih öncesi ve antik çağa bir yolculuğa çıkarıyor. Braudel’in kalemi, klasik tarih metinleri ve anlatıcılarının kalemiyle kıyaslanamayacak kadar büyüleyici. Belgesel film tadında okuyacağınız bir yazı sanatıyla karşı karşıyasınız. Fenike’den Roma’ya, Mezopotamya’dan Mısır’a kadar coğrafyaları, toplumları, sanatı ve daha fazlasını bulacaksınız. Yüzyıllar öncesinde yaşıyormuş hissine kapılmanız ve kitabı bir solukta bitirebilmeniz hiçte sürpriz sayılmayacaktır.
“Kabaca mezolitik devir 10.000’e, ön-neolitik (çömleksiz) 9000’e çömlekli-seramik kaplı neolitik ise VII. binyıla doğru başlamaktadır.-tabi, yerine göre belli değişiklikler söz konusudur.- En anlamlı keşif çömleksiz bir ilk neolitik devrin bulunmasıdır; oysa seramik kaplar cilalı taşla birlikte uzun süre neolitik devrin vazgeçilmez, yapısal işareti sayılmıştır. Peki bu o kadar da şaşılacak şey midir? Günümüzde bile bazı ilkel halklarda başlangıç düzeyinde tarımla çömlekçiliğin br arada var olmadıkları görülmektedir. Örneğin; Orta Brezilya’da “kabilelerin hepsi orman içinde yakılarak açılmış tarlada tarım yapar ve bu alanda bazı gruplar daha ustalaşmış görünürler.” (C. Levi-Strauss), ama bazı kabileler çömlekçiliği bilmezler.”
7) Kuyucaklı Yusuf-Sabahattin Ali
Edebiyatımızın ustalarından Sabahattin Ali, ölümünün üzerinden geçen 70 yıla rağmen eserlerine olan ilgiden hiçbir şey kaybetmedi. Romanları her kuşağa seslenmeyi başardı. Bunu başarmasını yalnızca sürükleyiciliğine ya da akılcılığına borçlu olmasa gerek ki yarattığı karakterler de güncelliğinden hiçbir şey yitirmediler. Bazen bir aşk hikâyesinde bazen geçim derdinde bazen sıradan günlük diyaloglarda onlarda kendimizi bulduk. Sabahattin Ali külliyatının sadece edebi bir indirgemecilikle anlaşılamayacağı ise açıktır. Siyasal ve ekonomik koşullarla birlikte okunduğunda eserler kendi temelleriyle buluşur ve gerçek anlamlarını bulurlar. Eserindeki felsefi söylemlerin anlaşılabilmesi, böyle bir altyapıyı gerekli kılmaktadır. . Kuyucaklı Yusuf, aşkı, emeği, bürokrasiyi, geçim derdini, eşkıyalığı, kötülüğü, iyiliği, saflığı, hırsları, çaresizliği, onuru ve daha birçok yaşamsal kavramı bulacağınız bir yapıt. Bunları nasıl anlamlandıracağınızın anahtarı ise sizlerde.
”Hayat bu derece manasız ve insan dünyaya boş durmak için gelmiş olamazdı. Bunların hiçbirinin hakikat olmaması lazımdı.”
Bonus:
*Ölümün Yaşamı-Vedat Kuşamaç
”Ölüm, hepimiz için bir soru işaretidir ve ölümün üzerine düşünmektense ondan kaçmayı tercih etmişizdir. Yaşamımızı, ölümü anlamlandırma gereği duymadan, bir zaman ve mekânın içerisinde kaybolarak sürdürdüğümüz hissi, çokça yüzleştiğimiz bir duygu durumudur. Vedat Kuşamaç, ilk romanı olan bu eserde ölümü anlamak ve anlamlandırmak için -ki bu yaşamı anlamak ve anlamlandırmak demektir- ölümün üzerine gitme cesaretini gösteriyor. Bunu yaparken ise bizi, birbirinden farklı hayatlarla ve öykülerle buluşturuyor, düşünce tarihinin içinde, filozofların ve düşünürlerin büyülü cümleleri arasında bir gezintiye çıkma fırsatı sunuyor.” (Arka Kapak)
Dergimizin katkılarıyla hazırlanan Vedat Kuşamaç’ın ”Ölümün Yaşamı” adlı romanını temin etmek isteyenler sayfamızın iletişim bölümünden bizlere ulaşabilirler.