Fikir Genel

Yoksul-M.Hardt&A.Negri

Written by RizomDergi

Her tarihsel dönemde, hemen her zaman ve her yerde aynı olan bir tarihsel özne, sıklıkla olumsuz olarak, ama gene de ısrarcı bir tavırla ortak bir yaşam tarzıyla tanımlanır. Bu, güçlünün ve zenginin yaşam tarzı değildir; onlar sadece kısmi ve yereldir, quantate signatae. Bütün çağlar boyunca bir yere bağlı olmayan saf farklılığın yegane ‘’ortak ismi’’ yoksulluktur. Yoksul, çaresiz, dışlanmış, bastırılmıştır ve sömürülmektedir; ama yine de yaşar! Yoksul, hayatın ortak paydası, çokluğun temelidir. Postmodernist yazarların bu figürü nadiren teorileştirmeye kalkışmaları garip, ama aynı zamanda aydınlatıcıdır. Gariptir, çünkü yoksul, bir bakıma ebedi bir postmodern figürdür: Arada bir yerde ama her yerde hazır, farklı, hareket halinde özne figürüdür o, varoluşun bastırılamaz nitelikli rastlantısal karakterinin kanıtıdır.

Bu ortak isim, yoksul, aynı zamanda insanlığın her türlü olabilirliğinin de temelidir. Niccolo Machiavelli’nin işaret ettiği gibi, modernliğin din ve ideolojilerinin devrimci aşamasına temel özelliğini veren ‘’başlangıçlara dönüş’’ döneminde, yoksul hemen her zaman peygamberlik özelliğine sahip bir figür olarak görülmüştür; yoksul sadece dünyada olmakla kalmaz, aynı zamanda dünyanın olabilirlik koşuludur. Ancak yoksul radikal bir biçimde aktüel olanı ve şimdi mevcut olanı yaşar, çaresizlik ve acı içindedir ve bu yüzden ancak yoksul, varlığı yenileme kapasitesine sahiptir. Yoksul, çokluğun ilahiliği herhangi bir aşkınlık anlamına gelmez. Tam tersine, burada ve ancak burada, bu dünyada, yoksulun varoluşunda içkinlik alanı sergilenmiş, olumlanmış, pekiştirilmiş ve açımlanmıştır. Yoksul yeryüzündeki tanrıdır.

Bugün aşkın bir Tanrı yanılsaması bile yok. Yoksul bu imgeyi çözmüş ve onun gücünü kendisine aktarmıştır. Uzun zaman önce modernlik Rabelais’nin kahkahasıyla, yoksulun midesinin gerçekçi üstünlüğüyle, çaresiz insanlıkta ‘’belden aşağı’’ ne varsa dışa vuran bir poetikayla sahneye girmişti. Daha sonra, ilksel birikim süreçleri boyunca, proletarya kendini maddiliği ve içkinliğiyle ifade edebilen bir kolektif özne olarak, sadece peygamberlik yapan değil, aynı zamanda üreten bir yoksullar çokluğu olarak ortaya çıktı ve böylelikle virtüel değil somut olan imkânların kapısını açtı. Ve nihayet bugün, biyo-politik üretim rejimleri ve postmodernleşme süreçleri içinde, yoksul boyun eğdirilmiş, sömürülen bir figürdür, ama bütün bunlara rağmen bir üretim figürüdür. İşte yeniliğin yattığı yer burasıdır. Bugün her yerde, yoksul kavramının ve onun ortak isminin temelinde bir üretim ilişkisi yatıyor. Postmodernistler bu geçişi yorumlamakta niye bu kadar aciz kalıyorlar? Onlar bize şunu söylüyorlar: Sınırları yıkıp geçen bir dilsel üretim ilişkileri rejimi birleşik ve soyut değerler evrenine girmiştir. Peki ama kimdir ‘’enlemesine’’ yaratan özne? Dile yaratıcı bir anlam veren kimdir? Yoksul değilse kimdir, kimdir boyun eğdirilmiş ve arzulayan, yoksun bırakılmış ve güçlü, her zaman güçlü olan? Burada, küresel üretimin bu krallığında, yoksul artık yalnızca peygamberlere özgü kudretiyle değil, ortak servetin üretimindeki vazgeçilmez varlığıyla da ayırt ediliyor ve her zaman daha fazla sömürülüp yönetimin ücretlerine daha sıkı tabi kılınıyor. Yoksulun kendisi güçtür. Dünya Yoksulluğu vardır, ama her şeyden öne Dünya İmkânı vardır ve yalnızca yoksul buna muktedirdir.

Vogelfrei, yani ‘’özgür kuş’’, Marx’ın proletaryayı betimlemek için kullandığı sözcüktür; modernliğin başlangıcında, ilksel birikim süreçlerinde iki kez özgürdür bu kuş: Birincisi, efendinin mülkü olmaktan(yani esaretten)kurtulduğu için özgürdür ve ikincisi, üretim araçlarından ‘’özgür bırakılmıştı’’’, topraktan koparılmıştır, kendi emek gücünden başka satacak bir şeyi yoktur. Bu anlamda proletarya salt zenginlik olabilirliği haline gelmeye zorlanmıştır. Bununla birlikte, Marksist geleneğin hakim akımı, özellikle ‘’kuşlar kadar özgür’’ oldukları ve fabrika disiplinine, sosyalizmin inşası için zorunlu olan disipline bağışık oldukları için yoksullardan nefret etmiştir. Düşünün, Vittorio De Sica ve Cesare Zavattini 1950’lerin başındaki şahane filmleri Miracle in Milan’ın(Milano’da Mucize) sonunda yoksulu bir süpürgenin üzerinde uçurduklarında, sosyalist gerçekçiliğin sözcüleri ütopyacılık suçlamasıyla onları nasıl şiddetle protesto etmişlerdi.

Vogelfrei bir melek ya da iflah olmaz bir şeytandır. Ve burada, yoksulu proletere ve proleteri bir kurtuluş ordusuna(ordu fikri bütün ağırlığıyla kurtuluş fikri üzerine çökmüştü) dönüştürme yolundaki bu kadar çabadan sonra, postmodern dönemde bir kere daha gözleri kamaştıran parlak gün ışığında çokluk, yoksulun ortak ismi ortaya çıkıyor. Yoksul tamamen gün ışığına çıkıyor, çünkü postmodernlikte boyun eğdirilenler sömürülenleri içlerine çekmişlerdir. Başka bir deyişle yoksul, her yoksul kişi, yoksul halk çokluğu, proleterler çokluğunu yalayıp yutmuş ve sindirmiştir. Salt bu olgu sayesinde, yoksul üretken hale gelmiştir. Sokaklarda satılan bedenler, her şeyi elinden alınmış insan, açlık içindeki çokluk bile… Her biçimiyle yoksul artık üretken hale gelmiştir. Ve yoksul bu yüzden her zaman olduğundan daha önemlidir: Yoksulun hayatı evreni kaplamış, özgürlük ve yaratıcılık arzusuyla onu kuşatmıştır. Yoksul her tür üretimin koşuludur.

Rivayete göre postmodernist duyarlılığın kökeninde ve postmodernizm kavramının kuruluşunda, gençliklerinde fabrika disiplininin ve reel sosyalizmin parlak ufuklarını selamlamış, ancak 1968 krizleri ardından pişman olup tövbe etmiş, komünizmin toplumsal serveti yeniden ele geçirme iddasının nafile olduğunu iddia etmeye başlamış Fransız sosyalist düşünürler vardı. Bugün aynı düşünürler umursamaz bir tavırla değişim değerinin evrensel zaferine kafa tutan her toplumsal mücadelenin yapısını söküyor(deconstruct), bu mücadeleleri bayağılaştırıyor ve onlara gülüp geçiyorlar. Medya ve medya kültürü bize yeni çağı bu düşünürlerin anladıklarını söylüyor; ama bu doğru değil. Postmodernliğin keşfi politik ve üretim alanının merkezindeki yoksulun gündeme getirilip hakkında yeni önermeler kaleme alınmasından oluşuyordu. Gerçekten kâhince olan şey, bütün ütopyacı yanılsamalardan ve hepsinden önemlisi kurtuluş disiplininden özgür bir şekilde yoksulluğun ‘’modern zamanlar’’ını yorumlarken, aynı zamanda yoksul adını hayatla, özgür bir hayat ve özgür bir üretkenlikle bağlantılandıran Charlie Chaplin’in yoksul, özgür kuş gülüşüydü.

Kaynak: M.Hardt&A.Negri-İmparatorluk, Ayrıntı Yayınları.

Yazar Hakkında

RizomDergi