Erasmus/Deliliğe Övgü – Kaan Tural
1495 yılında Hollanda’nın Rotterdam kentinde doğan, ilerleyen yıllarda dini eğitim alarak papaz olan Desiderius Erasmus, ilerleyen zamanlarda kiliseden izin alarak cübbesini çıkardı ve bilimsel araştırmalara yöneldi. ”Deliliğe Övgü” yazarın, önemini kaybetmeden günümüze kadar kalıcılığını koruyan en bilinen eseridir.
Eserde iki düşünce yapısı hakimdir. Bunlardan ilki bilgelik; deliliktir. İkincisi ise kendini bilge kabul etmek; gerçek deliliktir. Erasmus, deliliği, akıl konusunda tek yönlü ve ön yargılı bakmayan, eleştirilere açık olan ve insan hayatını belirleyen davranışların erdemlerini sorgulayan bir karakter olarak yansıtır. Yazar eserinde birçok davranışı, din adamlarını, kiliseleri ve mensuplarını oluşturduğu karakter olan deliliğin ağzından eleştirmiştir ve bağnazlığa karşı duran bir çizgi izlemiştir.
Eseri kısa zamanda oluşturan Erasmus yaşadığı dönemi çekinmeden ve hicivli dille bizlere sunmuştur ve bu eserle eleştirilemeyen unsurlarında, eleştirilmekten çekinilen unsurlarında eleştirileceğini ve kusurlarının söylenebilmesi gerektiğini anlatmıştır. Bu sebeplerle eser günümüze gelmiş, önemini kaybetmemiştir ve mutlaka okunması gereklidir. ‘’Bende ne cila ne de riya var. Kalbimde bulunmayan bir hissin görüntüsü de hiçbir zaman alnımdan görülmez.’
Stefan Zweig / Vicdan Zorbalığa Karşı Ya Da Catellio Calvin’e – Selin Çağrı Şirin
2017 yılında yapılan bir araştırma sonucu, Türkiye’de en çok okunan yabancı yazar olduğu tespit edilen Zweig’ın az satılan eserlerinden biri: “Vicdan Zorbalığa Karşı Ya Da Castellio Calvin’e”… Bazı kitaplar tüm zamanlara aittir ve bunu daha okurken tespit edebilirsiniz. Ve bazı kavramlar çeşitli tarihsel dönemlere eşlik eder; vicdan gibi zorbalık gibi.. Temsili değişen ama tanımı değişmeyen bu iki kavramın kitaptaki karşılıkları; tarihi birer karakter olan Sebastian Castellio ve Jean Calvin’dir. 16. Yüzyıl Cenevre için tam bir reform dönemidir ve Jean Calvin’in zorbalığın sınırlarını aşmaktan çekinmediği uygulamalarına karşı çıkan herkes zorbalıkla sindirilmektedir.
Tam da bu dönemde Castellio, tüm naifliği ve zekasıyla mücadelesini sürdürmeye çabalamaktadır. Günümüz dünyasıyla ilişkisini kurmakta zorlanmayacağınız bu kitap geçmişi ve geleceği tarihin farklı biçimler altında yinelenmesini vurgulayarak sunuyor. Bu eser Zweig’ın tarihçi yönünü ve karakter analiz yeteneğini ustalıkla ortaya koyduğu en temel eserlerinden biridir. “Kendi dışında başka bir öğreti geliştirmeye cüret eden herkese karşı beslediği nefret, tiran tabiatının tamamen içgüdüsel bir hissidir.”
Virginia Woolf/Kendine Ait Bir Oda – Dilayza Ekşi
Virginia Woolf yirminci yüzyılın önemli yazın isimlerinden birisidir.“Kendine Ait Bir Oda” adlı kitabında “toplum” ve “kadın” konularını derinlemesine işlemiştir.Yaşadığı yüzyılın öncesinde ve yüzyılında kadının toplumdaki yerini çeşitli yönleriyle okurlarına anlatmaktadır.Yaşadığı dönemden yola çıkarak kadınların neden yazınsal üretkenlikte bulunamadığı konusunu ele almış ve kadın-erkek eşitsizliğine vurgu yapmıştır.
Yazar, kadınların erkek egemenliğinin daha etkin olduğu zamanlarda nelere mecbur bırakıldığını, kadınların üzerindeki etkilerini tarihten alıntılar yaparak açıklığa kavuşturmaktadır.Kadının etkin hale gelmesini ve tarihsel süreç içindeki gelişimine yer verilmiştir.Eserde yazının ve özgürlüğün maddi imkanlara bağlı olduğunu, bu sebeple kadınların toplumsal haklarının savunulmasını, kadınların maddi özgürlüklerinin olması gerektiğini ve yazı yazabilecekleri boş bir odalarının olması gerektiğini söyleyen yazar, imkan doğduğunda ya da yaratıldığında kadınların neler yapabileceklerini bizlere göstermektedir.
Bu oda, sadece bir oda değil eser oluşturabilmek için gerekli maddi koşulları sembolize etmektedir. Woolf, bunu kısa ve öz biçimde aktarır:”Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın.Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” Kadının yerinin her zaman olmasını savunan bir yazarın çeşitli açılardan bakışını anlattığı kitabı severek okuyacağınızı umuyorum. Keyifli okumalar.
Jose Saramago/Körlük – Şevin Çetiner
Körlük , Portekizli yazar Jose Saramago’nun 1995 yılında yayımlanan, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan okuyucuda derin izler bırakan bir yapıt.. Kitabın ortaya çıkış fikri hem çok basit hem de garip bir şekilde gerçekleşmiştir.Yazar,kitabın nasıl ortaya çıktığı üzerine bir soruya şu cevabı vermiştir: “Bu körlük fikrinin ortaya çıkışı çok basit aslında. Bir lokantada oturuyordum, ne yiyeceğime karar vermiştim ve bekliyordum. Bir anda kafamda bir soru oluştu: Ya hepimiz kör olsaydık, dedim. Hemen kendi kendime cevabı da buldum, zaten körüz dedim. O roman öyle doğdu. Hepimiz körmüşüz, sağduyumuz kalmamış gibi davranıyoruz.” Yazar, kurduğu distopyada körlerden oluşan kaos dolu bir evrenin içine okuru çeker ve bir serüvenle baş başa bırakır.
Düzen ve denge kavramlarının yok oluşu dramatik bir şekilde gözler önüne serilir. Körlük salgınının bütün bir ülkede bir anda yayılması ve sonrasında salgına yakalanan insanların akıl hastaneleri ve cezaevleri gibi alanlara yerleştirilmeleri, can ve mal güvenliği gerekçe gösterilerek insan onurunu ayaklar altına alan en berbat koşulların meşru gösterilmesi adeta günümüz gerçeğinin metaforik bir yansımasıdır. Kitabın dikkat çeken özelliklerinden biri karakterlerin isimlerinin olmayışıdır. Bu durum yazarın evrenselliğe yaptığı atıf gibidir. Bir diğer özellik ise yazım kurallarındaki yalınlıktır. Yazar sadece nokta ve virgülü kullanmaktadır.
Kitapta kurgulanan dünya içerisindeki karakterlerden pek de farklı koşullarda yaşamadığımız düşünülürse, bizlerin de bu beyaz körlük dehlizine kapıldığımız söylenebilir. Gerçekliği idrak edebilmek, umutsuzluğu ve çaresizliği tüketebilmek, gözlerimizin önündeki perdeyi kaldırabilmek için ufuk açıcı bu çalışma mutlaka okunmalıdır.
Joss Sheldon/Küçük Ses – Suat Sansan
Joss Sheldon’ın Türkçeye çevrilen ilk kitabı olan Küçük Ses, otorite figürleri olarak okul, öğretmen ve ebeveynin çocuklar üzerindeki baskısını tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Kitap, devlet aygıtının sistemle uyumlu insanlar yetiştirmek için okulu, ideolojik bir araç olarak kullandığını göstermektedir. Doğuştan şahsına münhasır özelliklere sahip olan çocuklar, okulda törpülenerek bir kalıba sokulur ve bunun sonucunda birbirine benzeyen insanlar ortaya çıkar.
Küçük Ses, bu sürece dahil olan her çocuğun özgünlüğünü kaybederek olgun bir yaşa erişinceye dek, risk taşımayan uyumlu bir vatandaş haline getirildiğini anlatmaktadır. Anlatılan tablo karanlık gibi görünse de aslında öyle değildir, çünkü yazar bize bir kurtuluş reçetesi de sunmaktadır: doğaya dönmek… Çinli düşünür Konfüçyüs başta olmak üzere Doğu felsefesinden çeşitli alıntılar yapılarak kitap oldukça zengin bir içeriği kavuşturulmuştur. İnsanın özüne dönebilmesi için doğayı işaret eden bu büyüleyici kitabı okumanızı tavsiye ederim.