İnsanlar birbirlerine benzerler, çünkü insanlığın içerisinde bulunduğu durumdan ve bu durumun yarattığı çatallaşmalardan hepsi payını almaktadır; insanî problemlerini kendilerine özgü bir biçimde çözmeleri bakımından ise tek ve biriciktirler. İnsan kişiliğinin sonsuz derecede çeşitli oluşu, insan varlığının ayırt edici niteliğidir. “Kişilik” derken, tek bir bireyin ayırt edici niteliği olan, onu tek ve biricik hale getiren kazanılmış ve kalıtımla geçen ruhsal özelliklerin tümünü anlıyorum. Kalıtımla geçen özelliklerle kazanılmış olanlar arasındaki fark, bütünüyle ele alındığında, mizaç, yetenek ve doğuştan gelen ruhsal özelliklerin tümü ile karakter arasındaki farkla eş anlamlıdır. Mizaç farklarının ahlâkî bir anlamı olmadığı halde, karakter farkları gerçek ahlâk problemini oluşturmaktadır; bir insanın yaşama sanatında ne derece başarılı olduğunu gösteren farklardır bunlar. “Mizaç” ve “karakter” deyimini kullanırken ortaya çıkan karışıklığı önlemek için, kısaca mizaç üzerinde tartışmakla işe başlayacağız.
A. Mizaç
Hippocrates, dört çeşit mizacı birbirinden ayırmıştır: Öfkeli, sıcakkanlı, hüzünlü ve soğukkanlı mizaçlar. Sıcakkanlı ve öfkeli mizaçlar kolayca heyecanlanma ve ilgilerinin çarçabuk değişmesi ile belirlenmiş tepki şekilleridir; birinci tipin ilgileri zayıf, ikincisininki ise şiddetlidir. Buna karşılık, soğukkanlı ve hüzünlü mizaçlar ilgilerinin sürekli olması, ama yavaş yavaş uyarılması ile belirlenmişlerdir; soğukkanlı mizacın ilgileri zayıf, hüzünlü mizacınki ise şiddetlidir.¹ Hippocrates’e göre, bu farklı tepki tipleri, farklı bedensel kaynaklarla ilgilidir. (Günlük deyimlerde bu mizaçların yalnızca olumsuz görünüşlerinin hatırda kalmış olması ilgi çekicidir. “Öfkeli” deyimi bugün kolayca öfkelenen; “hüzünlü”, ruh çöküntüsüne kapılan; “sıcakkanlı”, aşırı derecede iyimser; “soğukkanlı” ise yavaş ve ağır davranan anlamına gelmektedir.) Bu mizaç kategorileri, VVundt’un çağına gelinceye kadar, mizaç üzerinde araştırma yapan kimselerin çoğu tarafından kullanılmıştır. Mizaç tipleri ile ilgili çağdaş kavramların en önemlilerini ortaya atanlar Jung, Kretschmer ve Sheldon² olmuştur.
Bu alanda daha fazla araştırma yapmak gerektiğine, özellikle mizaçla bedensel süreçler arasındaki karşılıklı ilişki konusunda daha fazla araştırma yapmak gerektiğine şüphe yoktur. Ancak, karakterle mizaç arasında açık ve seçik bir ayrım yapmak da gerekecektir, çünkü bu iki kavramın birbirine karıştırılması karakter-bilimi alanında olduğu kadar, mizacın incelenmesi konusunda da ilerlememizi engellemektedir.
Mizaç tepki biçimi ile ilgilidir, yapısaldır ve değişmez; karakter ise daha çok bir insanın yaşantıları ile, özellikle ilk çocukluk günlerindeki yaşantıları ile oluşmuştur; gerçeği kavramak ve yeni yaşantılar edinmekle bir dereceye kadar değişebilir. Sözgelişi, bir insanın öfkeli bir mizacı varsa eğer, tepki biçimi “hızlı ve kuvvetlidir”. Ama hangi konuda hızlı ve kuvvetli olduğu, ilişki kurma biçimine, yani karakterine bağlıdır. Yaratıcı, dürüst, sevgi dolu bir insansa, sevdiği zaman, bir haksızlıktan ötürü öfkelendiği zaman, yeni bir fikirden etkilendiği zaman hızlı ve kuvvetli (şiddetli) bir tepki gösterecektir. Yıkıcı ya da sadist bir karakteri varsa, yıkıcılığında ya da zalimliğinde hızlı ve kuvvetli (şiddetli) olacaktır.
Mizaçla karakterin birbirine karıştırılması, ahlâk kuramı için ciddî sonuçlar yaratmıştır. Mizaç farkları ile ilgili tercihler, yalnızca sübjektif bir zevk sorunudur. Ama karakter farkları ahlâk bakımından son derece önemlidir. Bir örnek bu noktayı aydınlatma konusunda yardımcı olabilir. Goering ve Himmler farklı mizaçta insanlardı: Goering cyclothyme, Himmler schizothyme’di. Dolayısıyla, sübjektif tercih bakımından, birinci tipten bir mizacı beğenen bir kimse Himmler’den çok Goering’ten “hoşlanacaktı” ve bunun tersi olacaktı. Bununla birlikte, karakter bakımından, her ikisinin ortak bir özelliği vardı: Haris sadistlerdi onlar. Bunun içindir ki, ahlâk açısından ikisi de aynı derecede kötüydü. Buna karşılık, yaratıcı karakterler arasında, öfkeli bir mizacı sıcakkanlı bir mizaca tercih etmek mümkündür; ama bu gibi yargılar o iki insandan hangisinin daha değerli olduğunu gösterecek yargılar olamaz.³
Jung’un “içe-dönük” ve “dışa-dönük” mizaç kavramlarının uygulanmasında da çoğu zaman aynı karışıklığı görüyoruz. Dışa-dönük tipleri beğenenler, içe-dönük olanları, serbest ve rahat bir şekilde davranmasını beceremeyen nevrotik kişiler olarak tanımlama eğilimini gösterirler; içe-dönük olanları beğenenler ise, dışa-dönük olanları hiçbir şeyin derinine inemeyen, sebat ve derinlikten yoksun kimseler olarak görürler. Buradaki mantık hatası, belli bir mizaç tipinden olan “iyi” bir kimseyi, öteki mizaç tipinden olan “kötü” bir kimse ile karşılaştırmak ve değer farklarının mizaç farklarından ileri geldiğini sanmaktır.
Mizaçla karakter arasındaki bu karışıklığın ahlâkı nasıl etkilemiş olduğu açıktır. Çünkü yaygın mizaç tipi bizimkinden farklı olan bütün ırkları kınamaya ve suçlamaya götürmesi bir yana, karakter farklarının, tıpkı mizaç farkları gibi bir zevk, bir tercih farkı olduğunu kabul etmekle, bu karışıkılığın, rölativizmi desteklemiş olduğu da açıktır.
Bu bakımdan, ahlâk kuramını tartışırken, karakter kavramına dönmek zorundayız; çünkü bu kavram hem ahlâkî yargının konusudur, hem de insanın ahlâkî gelişmesinin objesi, yani hedefidir. Burada da yine, ilk olarak, bu alanda öteden beri sürüp gelen karışıklığı ortadan kaldırmamız gerekecektir; bu karışıklık dinamik psikolojinin karakter anlayışı ile davranışçı psikolojinin karakter anlayışı arasındaki farklarla ilgilidir.
Dipnotlar:
1- Dört mizaç dört ana unsurla simgelenmiştir: Öfkeli =ateş= sıcak ve kuru, hızlı ve kuvvetli; sıcakkanlı =hava= sıcak ve nemli, hızlı ve zayıf; soğukkanlı =su= soğuk ve nemli, ağır (yavaş) ve zayıf; hüzünlü =toprak= soğuk ve kuru, ağır (yavaş) ve kuvvetli.
2- Charles VVİlliam Morris’in, mizaç tiplerini kültür tiplerine uygulayan Paths of Life (New York: Harper and Brothers, 1942) adlı eserine de bakınız.
“Cyclothyme” deyimi aşırı heyecan ve ruh çöküntüsü arasında gidip gelen, “schizothyme” deyimi ise içe-kapanık, içe-dönük, bir mizaçla ilgilidir. (Çevirenin notu.)
3-Mizaçla karakter arasındaki karışıklığın bir belirtisi, Kretschmer’in, mizaç kavramının kullanımında genellikle tutarlı olmasına rağmen, kitabına “Mizaç ve Beden Yapısı” adını verecek yerde, Beden Yapısı ve Karakter adını vermiş olmasıdır. Kitabına Mizaç Çeşitleri adını vermiş olan Sheldon ise, mizaç kavramının klinik uygulamasında yine de açık ve seçik değildir. Onun “mizaç tipleri” salt mizaç özellikleriyle birlikte, belli bir mizaç tipine giren kişilerin karakter özelliklerini de kapsamaktadır. Eğer deneklerin çoğu tam bir duygusal olgunluğa ulaşmamışsa, bunların arasında bazı mizaç tipleri o mizaçla ilgili bazı karakter özellikleri gösterecektir. Sheldon’un, viscerotonic* mizacın özelliklerinden biri olarak saydığı “ahbap canlısı olma” (yani tark gözetmeksizin insanlarla birlikte olmaktan hoşlanma) gibi bir özellik bunun açık bir örneğidir. Ancak olgun olmayan, yaratıcı olmayan bir viscerotonic böyle bir ahbap canlısı olma özelliği gösterecektir. Yaratıcı bir viscerotonic ise herkesle değil, yalnızca seçtiği kimselerle birlikte bulunmaktan hoşlanacaktır. Sheldon’un belirtmiş olduğu özellik bir mizaç özelliği değil, bir karakter özelliğidir ve deneklerin çoğunun aynı olgunluk düzeyinde bulunması şartıyla, çoğu zaman belli bir mizaç ve beden yapısı ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Kullanmış olduğu yöntem, bütünüyle, “özelliklerin” beden yapısı ile olan istatistik korelasyonuna dayandığı için ve herhangi bir özelliği dile getiren belirtilerin kuramsal bir, analizi yapılmadığı için, Sheldon’un, düştüğü hatadan kaçınması pek mümkün değildi.
* “Viscerotonic” deyimi, iyi yaşamayı seven, rahatına düşkün ve ahbap canlısı bir mizaç tipini belirtmek için kullanılmaktadır. (Çevirenin notu.)