B. Karakter
(1) Dinamik Bir Görüş Açısından Karakter
Davranışlara yönelik psikologlar için karakter özellikleri davranış özellikleriyle eş-anlama gelmektedir. Böyle bir görüş açısından karakter “belli bir bireyin ayırt edici özelliği olan davranış kalıbı”* olarak tanımlanmaktadır; buna karşılık McDougalI, R.G.Gordon ve Kretschmer gibi yazarlar karakter özelliklerinin temelinde bulunan ve belli bir amaç uğruna çaba göstermeyi gerektiren itici güçlere ve karakterin dinamik unsuruna ağırlık vermişlerdir.
Freud, karakteri, davranışın temelinde bulunan ama davranışla aynı anlama gelmeyen bir çabalar sistemi olarak gören bir kuram atmıştır ortaya; bu kuramı yalnızca ilk defa ortaya atmakla kalmamış, aynı zamanda en tutarlı ve en derin biçimde geliştiren de o olmuştur. Freud’un dinamik karakter kavramını değerlendirebilmek için, davranış özellikleriyle karakter özellikleri arasında bir karşılaştırma yapmak yararlı olacaktır.
Davranış özellikleri, üçüncü bir kişi tarafından gözlenebilen eylemler olarak tanımlanmaktadır. Böylece, sözgelişi, “cesur olma” gibi bir davranış özelliği, bir insanın rahatını, özgürlüğünü ya da hayatını tehdit eden tehlikelerden yılmaksızın belli bir gayeye doğru yöneltilmiş bir davranış olarak nitelenebilecektir. Cimrilik gibi bir davranış özelliği ise, para ya da başka maddî şeyler biriktirme amacını güden bir davranış olarak tanımlanabilecektir. Bununla birlikte, bu gibi davranış özelliklerinin temelinde bulunan itkileri, özellikle bilinçdışı itkileri araştıracak olursak, belli bir davranış özelliğinin birbirinden farklı birçok karakter özelliğini kapsamış olduğunu göreceğiz. Cesur davranan bir insan, haristik gibi bir itkiyle harekete geçmiş olabilir, böylece başkalarını kendine hayran bırakmak için duyduğu şiddetli isteği tatmin etmek amacıyla belli durumlarda hayatını tehlikeye atabilir; intihar içtepileriyle harekete geçmiş olabilir, böylece bilinçli ya da bilinçdışı olarak hayatına değer vermediği ve kendini yok etmek istediği için tehlikeye atılmış olabilir; yalnızca hayal gücünden yoksun olduğu için bu şekilde hareket etmiş olabilir, böylece kendisini bekleyen tehlikeyi bilmediği için cesur davranabilir; son olarak da, belli bir fikre, bir amaca gerçekten bağlanmış olduğu için cesur davranmış olabilir ki, genellikle cesaretin temelinde böyle bir itkinin bulunduğu kabul edilmektedir.
Bütün bu örneklerde farklı itkiler rol oynadığı halde, yüzeyde kalan bir gözlemle yetinildiğinde, davranışın hep aynı olduğu görülmektedir. “Yüzeyde kalan” deyimini kullandım, çünkü bu gibi durumları dikkatle gözleyebilirsek eğer, itki farklarının davranışlarda da birtakım ince farklara yol açtığını görebiliriz.
Sözgelişi, savaştaki bir subay, harisliğinden ötürü değil de kendini bir fikre, bir davaya adadığı için cesur davranıyorsa, farklı durumlarda oldukça farklı bir şekilde hareket edecektir. Bu durumda, büyük bir tehlikeye atılmaya değmeyecek bazı taktik amaçlar söz konusu olduğu zaman saldırıya geçmeyecektir. Ama harisliği yüzünden cesursa, bu tutku onu gerek kendisini, gerekse askerlerini tehdit eden tehlikeleri göremeyecek hale getirebilecektir. Bir davranış özelliği olarak gösterdiği “cesaretin” bu sonuncu durumda çok şüpheli bir avantaj olduğu açıktır. Öteki örnek cimriliktir. Bir insan, ekonomik durumu gerektirmiş olduğu için tutumlu olabilir; ya da pinti bir karakteri olduğu ve pintiliği onu, aslında zorunlu olmasa da, yalnızca biriktirmiş olma gibi bir amaç uğruna biriktirmeye götürdüğü için cimri olabilir. Burada da itkiler bazı davranış farkları yaratacaktır. Birinci durumda, insan, para harcamanın mı yoksa biriktirmenin mi daha akıllıca bir iş olduğuna karar verme yeteneğini kullanabilecektir. İkinci durumda ise, gerçek bir zorunluluk olsun ya da olmasın, yine de para biriktirecektir. İtki farkları ile belirlenmiş başka bir etken de davranışın önceden kestirilebilmesi ile ilgilidir.
Harislik itkisiyle hareket eden “cesur” bir askerin, ancak cesaretinin mükâfatını göreceğine emin olduğu zaman cesur davranacağını önceden kestirebiliriz. Kendini davasına adadığı için cesur olan bir askerin durumunda ise, cesaretinin herkesçe bilinip bilinmemesinin o askerin davranışı üzerinde pek az bir etkisi olacağını önceden söyleyebiliriz.
Freud’un karakter özelliklerinin temelinde belli bir amaç uğruna çaba göstermeyi gerektiren itici güçlerin bulunduğu şeklindeki kuramı, bilinçdışı itki kavramı ile yakından ilgilidir. Büyük romancıların ve piyes yazarlarının her zaman fark ettikleri bir gerçeği Freud da kabul etmektedir: Balzac’ın dediği gibi, karakterin incelenmesi “insanı harekete geçiren kuvvetler” le ilgilidir; bir insanın hareket etme, hissetme ve düşünme biçimi yalnızca gerçek durumlara gösterilen akıllıca tepkilerin sonucu değildir; büyük ölçüde, o insanın karakter özelliği ile belirlenmiştir; “insanın kaderi, karakteridir”. Freud, karakter özelliklerinin dinamik niteliğini fark etmiş ve bir insanın karakter yapısını, yaşama süreci içerisinde enerjinin belli bir kanala doğru itildiği özel bir kalıp olarak görmüştür.
Freud, karakter özelliklerinin bu dinamik niteliğini, karakterbilimini libido kuramı ile uzlaştıracak şekilde açıklamaya çalışmıştır. 19.yüzyılın sonlarında tabiat bilimlerinde yaygın olan maddeci düşünceyi -tabiî ve fizik olaylardaki enerjiyi bir ilişkiler sistemi içerisinde ele alacak yerde, kendi başına var olan bir gerçek olarak kabul eden düşünce şeklini- izleyerek, Freud, cinsel itkinin karakterin enerji kaynağı olduğuna inanıyordu. Bir sürü karmaşık ve parlak varsayımla, farklı karakter özelliklerini cinsel itkinin çeşitli şekillerinin “yüceltilmesi”** ya da onlara karşı gösterilen “tepkiler” olarak açıklamıştı. Karakter özelliklerinin dinamik niteliğini, libido’dan kaynaklanmış olmalarının bir ifadesi olarak yorumlamıştı.
Psikanalitik kuramın gelişmesi, tabiî ve sosyal bilimlerin ilerlemesiyle birlikte, her türlü ilişkiden soyutlanmış bir birey fikrine değil de, insanın başkalarıyla, tabiatla ve kendisiyle olan ilişkilerine dayanan yeni bir kavrama götürmüştür. İnsanın tutkulu çabalarında görülen enerjiyi bu ilişkilerin yönettiği ve düzenlediği kabul edilmiştir. Bu yeni görüşün öncülerinden biri olan H.S.Sullivan, bu nedenle, psikanalizi “kişiler-arası ilişkileri inceleyen” bir bilim olarak tanımlamıştır.
*Leland E. Hinsie and Jacop Shatzky, Psychiatric Dictionary (Nevv York: Oxford University Press, 1940).
**Freud’a göre, yüceltme (sublimation), bilinçdışı işleyen bir süreçtir ve Ego’nun bir fonksiyonu olarak gerçekleşir. Bu süreç ile Ego, küçük görülen ya da beğenilmeyen bir içtepiyi ya da bir itkiyi değişikliğe uğratarak, kendisinin ve toplumun beklentilerine ve isteklerine uyacak hale getirir. Bu süreç, bir anlamda, bir şeyi başka bir şeyin yerine koyma olayıdır. Ego’nun bir cinsel içtepiyi, cinsel olmayan bir kılığa büründürerek toplumun ve dolayısıyla kendisinin değer verdiği, yüce gördüğü bir hale dönüştürmesi demektir. Böylece, içtepi ya da istek, ayıplanacak yerde takdir edilecek, beğenilecek bir şekle sokulmuştur -yani yüceltilmiştir ve tatmin edilmiştir: Açıkça su yüzüne çıkmayan içtepilerin, isteklerin ya da duyguların, bir sanat eserine dönüştürülmesi
olayında olduğu gibi… (Çevirenin notu.)