Fikir Genel

Kişilik- Erich Fromm(4)

Written by RizomDergi

(2) Karakter Tipleri: Yaratıcı Olmayan Yönelişler

(a) Alıcı Yöneliş

Alıcı yönelişte, bir insan “her türlü iyi şeyin kaynağı”nın kendisinin dışında olduğunu hisseder ve ister maddî bir şey olsun, isterse sevgi, aşk, bilgi ya da zevk olsun, istediği şeyi elde etmenin tek yolunun onu bu dış kaynaktan almak olduğuna inanır. Bu yönelişte sevgi problemi, sevmek değil de, yalnızca “sevilmek”tir. Bu gibi kimseler sevgi objelerini seçerken hiçbir ayrım yapmama eğilimini gösterirler, çünkü herhangi bir kimse tarafından sevilmek onlar için öylesine büyük bir yaşantıdır ki, kendilerini seven birine ya da sevgiye benzeyen bir şeye “tutuluverirler”. Bu sevgili kimsenin kendilerinden el-çekmesine ya da herhangi bir isteklerini geri çevirmesine karşı aşırı bir duyarlık gösterirler. Yönelişleri, düşünce alanında da aynıdır: Zeki iseler, en iyi dinleyici onlardır, çünkü yöneldikleri şey fikirleri kendi kafalarında yaratmak değil, dışarıdan almaktır; yalnız başlarına bırakıldıkları zaman kendilerini felce uğramış hissederler. Bu gibi kimselerin ayırt edici niteliği, kendi başlarına en ufak bir çaba gösterecek yerde, ihtiyaç duydukları bilgiyi kendilerine verecek birini bulmaktır; ilk düşündükleri şey budur. Dine bağlı kimselerse eğer, hiçbir şeyi kendi çabaları ile elde etmeye çalışmaksızın her şeyi Tanrıdan bekledikleri bir Tanrı kavramları vardır. Dinsiz oldukları zaman da, insanlar ve kurumlarla olan ilişkileri yine aynıdır; her zaman bir “sihirli yardımcı” ararlar. Kendilerine uzatılan ele karşı duydukları minnete ve onu yitirmekten duydukları korkuya dayanan özel bir bağlılık gösterirler. Kendilerini güvenlik içerisinde hissedebilmeleri için birçok ele ihtiyaç duymaları yüzünden, birçok kimseye bağlanırlar. “Hayır” demekte güçlük çekerler ve birbiriyle çatışan bağlılıklar ve verilen sözler arasında kolayca sıkışıp kalırlar. “Hayır” diyemedikleri için, her şeye ve herkese “evet” demekten hoşlanırlar, bunun sonucu olarak da eleştiri yeteneklerinin felce uğraması onları gitgide başkalarına daha çok bağımlı hale getirir.

Yalnızca kendilerine bilgi verecek ve yardım edecek yetkili kişilere değil, onlara şu ya da bu şekilde destek olacak herhangi bir kimseye de bağlanırlar. Yalnız başlarına kaldıkları zaman ne yapacaklarını bilemezler, çünkü başkalarından yardım görmeden hiçbir şey yapamayacaklarını hissederler. Bu çaresizlik, ancak tek başına yapılabilecek şeyler -karar verme ve sorumluluk yüklenme gibi- söz konusu olduğu zaman özellikle önemlidir. Kişisel ilişkilerinde, hakkında karar vermek zorunda oldukları kişiden öğüt istemeye kalkarlar.

Bu alıcı tip, yemekten ve içmekten büyük bir zevk duyar. Bu gibi kimseler endişelerini ve ruh çöküntülerini yemek ya da içmekle gidermeye çalışırlar. Ağız özellikle dikkati çeken, çoğu zaman en anlamlı olan organlarıdır; dudakları hiç durmadan beslenmek istiyormuş gibi yarı açık durmaktadır. Rüyalarında, beslenmek, sevilme ihtiyacının sık sık karşımıza çıkan bir simgesidir; açlıksa, engellenmenin ya da hayal kırıklığına uğramanın ifadesidir. Bu alıcı tipten olan kimselerin görünüşü genellikle iyimser ve dostçadır; hayata ve hayatın kendilerine vermiş olduğu şeylere güven duymakla birlikte, “onları besleyen kaynak” tehlikeye girdiği zaman endişeli ve ne yapacağını şaşırmış bir hale gelirler. Çoğu zaman gerçek bir yakınlık gösterebilirler ve başkalarına yardım etmek isterler; şu var ki, başkaları için bir şeyler yapmak, aynı zamanda onların yardımını sağlamak gibi bir fonksiyon da görmektedir.

(b) Sömürücü Yöneliş

Sömürücü yönelişin temel ilkesi, tıpkı alıcı yönelişte olduğu gibi, her türlü iyi şeyin kaynağının dışarıda olduğu, insanın elde etmek istediği şeyi orada araması gerektiği ve insanın kendi başına hiçbir şey yaratamayacağı duygusudur. Bununla birlikte, bu iki yöneliş arasında bir fark da vardır: Sömürücü tip, başkalarından alacağı şeyleri kendisine armağan etmelerini bekleyecek yerde, onlardan zorla ya da hileyle almak ister. Bu yöneliş, her türlü etkinlik alanını kapsamaktadır.

Sevgi ve aşk alanında bu gibi kimseler zorla almak ve çalmak eğilimini gösterirler. Yalnızca bir başkasının elinden alabilecekleri kimselere ilgi duyarlar. Bir insanın çekici olması, onlar için, o insanın başka birine bağlı olması demektir; bir başkasına bağlı olmayan bir kimseye hiçbir zaman âşık olamazlar.

Düşünce ve düşünceyle ilgili amaçlar söz konusu olduğu zaman da aynı tavırla karşılaşıyoruz. Bu gibi kimseler kendi başlarına birtakım fikirlere ulaşacak yerde, başkalarının fikirlerini çalma eğilimini gösterirler. Bu, doğrudan doğruya başkalarının eserlerini çalmak şeklinde olabileceği gibi, konuşurken başkalarının fikirlerini şu ya da bu şekilde tekrarlamak, bu fikirlerin yeni ve kendilerinin malı olduğunu iddia etmek şeklinde de olabilir. Oldukça zeki kimselerin çoğu zaman bu şekilde davrandığı dikkati çekmektedir; oysa kendi yeteneklerine güvenmiş olsalardı, pekâlâ kendilerinin malı olan düşünceler atabilirlerdi ortaya. Bazı kimselerin yetenekli oldukları halde orijinal fikirlere ya da bağımsız düşünce ürünlerine ulaşamamaları, doğuştan gelen bir orijinallikten yoksun olmalarından değil, böyle bir karaktere sahip olmalarından ileri gelmektedir. Aynı şey, maddî objelere yönelme konusu için de geçerlidir. Başkalarından alabilecekleri şeylerin, kendi başlarına yaratabilecekleri herhangi bir şeyden daha iyi olduğunu sanırlar. Bir şeyler elde edebilecekleri herkesi ve her şeyi kullanırlar ve sömürürler. İlkeleri şudur: “En tatlı olan meyveler çalınmış olanlardır.” İnsanları kullanmak ve sömürmek istedikleri için, açık ya da üstü kapalı bir şekilde sömürü objesi olma umudunu veren kimseleri “severler”; sıkıp suyunu çıkaracak kadar sömürdükleri kimselerle “beslenirler”: Bunun aşırı bir örneği, satın alacak parası olduğu halde ancak çaldığı şeylerden hoşlanan kleptomanlardır.

Böyle bir yöneliş, çoğu zaman bu gibi kimselerin belirgin bir özelliği olan “ısırmak için açılan bir ağız” ile simgelenebilir. Çoğunlukla başkalarını “yaralayacak” ya da kıracak şekilde eleştirilerde bulunmaları bir kelime oyunu değildir. * Tavırları, düşmanlık ve başkalarını kullanma gibi iki özelliğin karışımı ile belirlenmiştir. Onlar için herkes bir sömürü objesidir ve yararlılık derecesine göre değerlendirilmektedir. Alıcı tipi belirleyen güven ve iyimserliğin yerini, burada şüphe, küçümseyici bir alaycılık, haset ve kıskançlık almıştır. Yalnızca başkalarından alabilecekleri şeylerden tatmin duydukları için, başkalarının sahip olduğu şeyleri abartırlar, kendilerininkileri ise küçümserler.

(c) Biriktiriri Yöneliş

Alıcı ve sömürücü tipler, elde etmek istedikleri şeyleri dış dünyadan beklemek bakımından birbirlerine benzedikleri halde, biriktirici yöneliş onlardan adamakıllı farklıdır. Bu yönelişteki insanlar dış dünyadan yeni bir şey alabileceklerine pek inanmazlar; ancak biriktirdikleri ve tutumlu davranıp artırabildikleri zaman kendilerini güvenli hissederler; harcamayı ise tehlikeli bir şey olarak görürler. Kendi etraflarına sanki koruyucu bir duvar örmüşlerdir ve başlıca amaçları bu kale duvarlarının içine mümkün olduğu kadar çok şey yığmak ve dışarıya mümkün olduğu kadar az şey çıkarmaktır. Cimrilikleri para ve maddî şeylerle ilgili olduğu kadar, duygular ve düşüncelerle de ilgilidir. Sevgi, tam anlamı ile, bir sahip olmadır; kendilerinden bir şeyler verecek yerde, “sevilen” kişiye sahip olarak sevgiye ulaşmaya çalışırlar. Biriktirici tipten olan bir kimse insanlara, hatta hatıralara karşı çoğu zaman özel bir bağlılık gösterir. Duygusal oluşları yüzünden, geçmişi bir altın çağ olarak görürler; geçmişe tutunurlar, geçip gitmiş duygularının ve yaşantılarının hatıralarına gömülürler. Her şeyi bilirler, ama hiçbir şey ortaya koyamazlar ve yaratıcı bir şekilde düşünemezler.

İnsan bu gibi kimseleri de yüz ifadelerinden ve hareketlerinden tanıyabilir. Ağızları sıkı sıkıya kapanmıştır; hareketleri her şeyden el-çekme tavırlarına uygundur. Alıcı tipten olan bir kimsenin el hareketleri davet edici ve sanki yuvarlakmış gibi göründüğü, sömürücü tipin el hareketleri ise saldırgan ve sanki karşısındakine batacakmış gibi sivri olduğu halde, biriktirici tipin el hareketleri kendisiyle dış dünya arasındaki sınırları belirtmek istermiş gibi köşelidir. Bu yönelişteki başka bir ayırt edici nitelik de ukalaca bir düzenliliktir. Biriktirici tip, nesnelerde, düşüncelerde ve duygularda düzenli olmak ister, ama tıpkı hatıralarda olduğu gibi, bu düzenlilik katı, yani esnekliği olmayan ve hiçbir olumlu sonuç vermeyen bir düzenliliktir. Eşyaların yerinden oynamasına, yerli yerinde olmamasına katlanamaz ve onları otomatik olarak tekrar yerine koyar. Ona dış dünya, kale duvarları ile çevirdiği dünyasına zorla girecekmiş gibi gelir; böyle bir zorla girme tehlikesini önleyebilmek için, dış dünyada her ne varsa yerli yerine koyarak ve yerli yerinde tutarak dış dünyaya egemen olmak ister: Onun için düzenliliğin anlamı budur, içten gelen bir zorlama ile titiz oluşu, dış dünya ile teması kesmek ihtiyacının başka bir ifadesidir. Kendi sınırlarının dışında kalan şeylerin tehlikeli ve “kirli” olduğunu hisseder. Kendisini tehdit eden temasları, tıpkı kirli şeylerle ya da kirli insanlarla temas ettikten sonra yıkanmayı tavsiye eden dinsel bir kurala benzeyen zorlayıcı bir yıkanma ile yok etmek ister. Her şeyi yalnızca yerli yerine koyma zorunluluğunu duymakla kalmaz, aynı zamanda her şeyin uygun bir zamanı olmasını da ister; saplantıya varan bir dakiklik, biriktirici tipin ayırt edici niteliğidir; bu da dış dünyaya egemen olmanın başka bir yoludur. Bir insan dış dünyayı, kale duvarları ile çevrilmiş kendi dünyası için bir tehlike olarak görüyorsa, inatçılık akla uygun bir tepki olacaktır. Her şeye her zaman “hayır” demek, dış dünyanın kendi dünyasına zorla girme tehlikesine karşı gösterilen otomatik bir savunmadır; bulunduğu yere sımsıkı tutunmak, oradan itilme tehlikesine karşı başvurulan bir çaredir. Bu gibi kimseler yalnızca belli bir miktar kuvvetleri, enerjileri ya da düşünce yetenekleri olduğunu hissetme eğilimini gösterirler ve onları kullanacak olurlarsa, bu birikimlerinin azalacağını ya da tükeneceğini ve hiçbir zaman tekrar yerine konamayacağını sanırlar. Bütün canlı varlıkların kendi kendini yenileme gücünde olduğunu, etkinlik göstermenin ve kendi güçlerini kullanmanın kuvveti artırdığını, hareketsizliğin ise felce uğrattığını anlayamazlar, onlar için, ölüm ve yıkıcılık hayattan ve gelişmeden daha gerçektir. Yaratma eylemi işittikleri, ama inanmadıkları bir mucizedir. En çok değer verdikleri şeyler düzen ve güvendir; ilkeleri şudur: “Güneşin altında yeni bir şey yoktur.” İnsanlarla sıkı fıkı olmak, iç içe yaşamak onlar için bir tehlikedir; onlara güvenlik veren şey, ya başkalarından uzak durmak, ya da bir tek kişiye sahip olmaktır. Biriktirici tip kuşkucudur ve gerçekte şu anlama gelen, kendine özgü bir adalet anlayışı vardır: “Benimki benim, seninki senin.”

* Yazar burada, ingilizcede “ısırmak” anlamına gelen “bite” kelimesi ile “acı, keskin, yaralayıcı” anlamına gelen “bitina” kelimesi arasındaki ilişkiye dikkati çekmek istemiştir. (Çevirenin notu.)

Yazar Hakkında

RizomDergi