İdeoloji çok tartışmalı bir konudur ve ona çeşitli yaklaşımlarda bulunulmuştur. Bir kaçını sayarsak: Doğru düşünme bilimidir (Destutt de
Tracy); birtakım eksantrik adamların acayip fikirleridir (Napoleon);ters/yanlış bilinçtir (Marx); bir sınıfın dünya görüşüdür (Lenin); toplumu bir arada tutan bir sıvadır (Gramsci); maddi bir pratiktir (Althusser). Kuşkusuz burada bir indirgeme yapılarak, bu düşünürlerin ideolojiden sadece bunları anladığı kastedilmiyor, sadece onların ideoloji konusuna ekledikleri boyutların bazıları belirtiliyor.
Biz bu yazıdaki tartışmamızı adı anılan ilk iki isim hariç, diğerleri üzerinden yürüteceğiz. Çünkü genelde sinema,özelde de her ticari/popüler film bir yanıyla ters/yanlış bilinci üretir; bir yanıyla bir sınıfın dünya görüşünü savunur ve aktarır; bir yanıyla toplumu/kültürü bir arada tutan (kültürel, politik, ekonomik, psikolojik, etnik,milli vb.) değerleri oluşturur ve toplumsal bir sıva işlevi görür; bir yanıyla da bütün bunları somut ve maddi bir pratik olarak yapar. Ancak ideolojinin yekpare ve tutarlı bir bütün olmadığı da söylenmelidir. İdeoloji kendi içinde çelişkiler taşır. Bir toplumsal yapıda tek bir ideolojinin olduğundan söz edilemez.
Egemen ideolojinin dışında yer alan ve ona muhalif olan ideolojiler bulunur. Bunlar birbiriyle çatıştıkları gibi, egemen ideoloji de kendi içinde çelişkiler yaşar ve kendini yeni gelişmelere uyumlar. İdeoloji hem aynı zaman dilimi içinde hem de birbirini izleyen dönemlerde çelişkinlik gösterebilir. (Akla hemen Türkiye’deki egemen ideoloji içindeki Avrupa Birliği’ne giriş konusundaki çatlak ve iki kat çelişkili durum geliyor. Bir yandan gelişmiş uygar toplumlar birliği olarak gösterilen Avrupa Birliği kaçınılmaz bir hedef olarak gösterilir ve toplumun önemli bir bölümü bu birliğe katılmaya ikna edilirken diğer yandan da egemen kesimin içinde yer alıp statükonun devamından yana olanlar da bu sürece direnmeye çalışıyorlar ve üstelik de bu süreç, kendisine son derece ters bir zihniyete sahip bir partinin iktidarda olduğu zamanda yaşanıyor.
Bir ideolojinin muhalif olduğu dönem ile egemen olduğu dönemler arasında farklılıklar yaşanır: Burjuvazinin 1789 Fransız İhtilali’nden önceki söylemleri ile devrimden sonraki söylemleri ve uygulamaları arasındaki farklılıklar gibi. Bir -İzm olarak ideoloji başka bir hayatın, başka bir insan ilişkileri sisteminin mümkün olduğunu, insanların mevcut durumlarından daha ilerde bir konumu hak ettiklerini, buna layık olduklarını söylerken, her anlamda iktidara gelip egemen ideoloji haline geldiğinde, o ideoloji mevcut olanın en iyisi olduğu, mutluluğun varolan sistem içinde aranması ve bulunması gerektiği söylemini üretir ve bu değeri onaylatmaya çalışır. Bu anlamda bir ideoloji iktidara gelip egemen olana kadar içinde ilerici özellikler taşıyabilir (burada bilhassa bir olasılıktan söz ediyoruz,çünkü
faşizm ya da başka gerici ideolojiler de iktidara gelmeden önce topluma vaatlerde bulunur ama bunların ilerici olduğu söylenemez, ama hayatın gidişatı kendisini bazen öylesine dayatır ki, toplumun önünü açmak da bunlara düşebilir.)
Sinema en başından itibaren ideoloji ile yukarıda belirtilen tanımlar anlamında ilişkili olmuş ve ideolojik bir önem taşımıştır. Bu durum özellikle 1968 olaylarım izleyen dönemde sinema üzerine yapılan kuramsal çalışmalarda ve yapılan bir dizi polemikte tartışılmıştır. Sinemanın gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, ideolojiyi yeniden üretip üretmediği, kameranın (alıcı) kendiliğinden ideolojik bir aygıt olup olmadığı tartışılmıştır.
Ertan YILMAZ
Bu makale daha önce Sinemasal, Sayı 10’da yayınlanmıştır.
1 T. W. Adorno, Minima Moralia, çev. O. Koçak – A. Doğukan, Metis Yayınları, İstanbul,
1997, s. 25.