Tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan maddi ve kültürel farklılıklar; dinsel, etnik ve siyasi farklılıklar egemenler tarafından manipüle edilmiştir ve kendi egemenliklerini sürdürmek için kullanılmıştır. Ezilenlerin bu baskı ve sömürü ilişkisinden kurtulabilmeleri için bu unsurları ve farklılıkları yeniden anlamlandırmaları ve yeni bir yol keşfetmeleri gereklidir. Bu yol aynı zamanda ezenleri insandışılaştırmadan kurtarmak demektir. İnsanlaşma süreci; dönüştürmek, eyleme geçmek olan praksis ile mümkündür. Eyleme geçerken dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Ezilenler, ezenlerin ezenleri haline gelmemelidir. (Freire, 2011)
Ezenler iktidardan gelen gücü kullanarak şiddeti, sömürüyü, baskıyı meşrulaştırıp bu durumu kendilerine bir hak olarak görürler. Ezilenler ise haklarından yoksun olmayı normalleştirir ve kaderciliğe hapsolurlar. Ezilenler, ezenlerin kendileri hakkındaki görüşlerini içselleştirir, kendilerini ezer, hor görür ve kendi aczlerine ikna olurlar. Bu durum düzenin değiştirilmesinin mümkün olmadığı, değişim/dönüşüm için büyük toplumsal desteğe ihtiyaç duyulacağı, bunun da çok zor ve bedelinin ağır olacağı vb. düşüncelerle öğrenilmiş çaresizliği güçlendirir.
Ezilenlerin kendi zihinsel hapishanelerinden kurtulmaları, özgürleşmeleri mümkün müdür? Öncelikli olarak yapılması gereken, ezilenleri nesnelere indirgeyen bu çıkmazdan kurtarmaktır. (Freire, 2011) İnsani vasıflarını tekrar kazanabilmelerini ve yaşamın birer öznesi olabilmelerini sağlamaktır. Sonraki aşamada ise bu mücadele için gerekli olan temel unsur kalıcı bir diyalog ve insanlaştırıcı bir pedagojidir. Ancak burada kritik olan ezilenlerin yalnızca durumlarının değiştirilmesi değil bilinçlerinin de değiştirilmesidir.
Ezenlerin ezilenleri tahakküm altına almasında en güçlü araçlardan biri pedagojidir. Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi, bu tahakkümlerin hangi modeller üzerinde kurulduğu ve bu modellerden nasıl kurtulabileceğimiz üzerine ipuçları vermektedir. Freire’nin eleştirisini yaptığı Bankacı Eğitim Modelinde öğretmen (tasarruf yatırımı), öğrencileri (yatırım nesneleri) eğitilmiş otomatlara çevirerek sürekli olarak bilgi aktarımı yapacak boş kaplar olarak görür; eleştirel düşünceden yoksun bırakır, yaratıcılıklarını körelterek öğrencileri çeşitli sınıflandırmalar ile kategorize eder, kendi öğrenmelerine ve kendilerine yabancılaştırarak sistemin ihtiyacı olan uyuşturulmuş bireyler yaratır. Freire’nin bu durumun aksini yaratacak bir modeli vardır. Amacı bilincin özüne inerek; ezenlerin çıkarlarına hizmet etmeyen, bireylerin metalaştırılmasına karşı çıkan, insanı bu dünyadan bağımsız bir nesne olarak görmeyi reddeden, öğretmenin yalnızca öğreten, öğrencinin de yalnızca öğrenen olmadığını gösteren bir pedagoji oluşturmaktır. Bu pedagoji ile öğretmenler ve öğrenciler mevcut otoritenin ve yabancılaştırmanın üstesinden gelerek eğitim sürecinin özneleri olabilirler.
Dünya üzerinde yer alan birçok eğitim sistemi, öğretmenleri mesleklerine, kendilerine, meslektaşlarına ve yaşamlarına yabancılaştırarak yaşamlarının öznesi olmaktan çıkarıp nesne haline dönüştürür. Bunun sonucunda nesne haline gelen öğretmenler, bireylere bu doğrultuda rehberlik edeceğinden öğrenciler de kendilerine yabancılaştırılarak sistemin öngördüğü nesneler, otomatlar haline gelirler. Mevcut tablo aslında bizlere birbiri içerisine geçmiş halkaları gösterir. Tekil unsurlara yapılan yapay müdahaleler sorunu çözmek bir yana sorunun içinden çıkılmaz bir döngü oluşturur.
Eğitimin ve okulların amacından saptırılarak iktidar sahiplerinin amaçlarını ve çıkarlarını gerçekleştirdiği ne yazık ki doğrudur. Illich’e göre, okullar insanı öğrendiği şeylere de yabancılaştırabilmektedir. Okul ve eğitim süreci bireyleri tamamen uzmanların ve kurumların denetimine ve otoritesine teslim etmektedir. (Spring, 2019) Bu teslimiyet aslında göz önünde olan üniversitelerin durumunu da açıkça ifade etmektedir. Mevcut üniversiteler bilimsellikten uzak yığılmacı bir eğitim programı ile düşünmeyen, sorgulamayan, niteliksiz ve vasıfsız bireyleri açığa çıkarır. Sistemin yandaşlarına özel olarak yetiştirilen, otoriteye karşı direniş göstermeyen, özgürlüklerinden mahrum bırakılmış robotlar meydana getirir. “Öğretmen-öğrenci ilişkisi modern insanlığın kitlesel bir tüketim toplumuna köle edilmesinin bel kemiği olarak görülür.” Peki bizler bu süreçte neler yapabiliriz? Okulların amaçlarından saptığı göz önündedir. Ancak bir şeyler yapılmalı, değiştirilmeli ve dönüştürülmelidir. Gravyer peynirini düşünün. Boşluklu yapısı mevcut eğitim sistemini sergiliyor. Yöneticiler bu boşluklara rağmen sürekli bir aktarım yaparak mevcut boşlukların üstünü bir şekilde kapatmaya çalışıyorlar. Ancak böylesi bir boşluklu yapı bizleri ilerletmek yerine geriye sarmamıza sebebiyet veriyor.
Bizler bu duruma nasıl geldik, eğitim kurumlarında yer alan müfredatlar, öğretim programları neden yalnızca bir grubun tekeline bırakılıyor? Yapılandırmacı eğitim felsefesinde bireysel farkındalıklar en önemli unsur olarak görülürken buna karşın tek bir eğitim programı ya da müfredat durumu büyük bir çelişkiyi ve tutarsızlığı doğuruyor. Her ne kadar öğretmenler programları esnetebilir denilse de sözde baz alınan yapılandırmacı eğitim ne yazık ki pratikte uygulanmıyor. Her öğretmenin kurumların da desteğiyle öğrencilerinin bireysel ihtiyaçlarına, becerilerine, ilgilerine, öğrenme hızlarına göre bir program hazırlaması elbette imkansız ve güç değildir.
Diğer bir problem unsuru ise eğitim fakültelerinde öğretmen adaylarına bilgi ve deneyimlerini aktaran öğretim görevlileridir. Bilgi ve deneyim aktarımını yapanlar; sahanın, öğrencilerin atmosferini solumamış, doğrudan akademik çalışmalara yönelmiş kişiler olursa bu aktarım ne denli sağlıklı olabilir? En azından eğitim fakülteleri için yüksek lisans yaparken aynı zamanda mevcut sahadan da kopulmamalıdır.
Eğitim fakültelerinin ve üniversitelerin “diploma imal eden fabrikalar olmaması, etrafına ışık saçan canlı mumlar imal eden fabrikalar, ülkenin zihnen ve manen kalkınmasını sağlayan merkez istasyonlar olduğunun bilinmesi’’ ve bunun için dönüşümlerin gerçekleştirilmesi gereklidir. Öğretmenler, toplum düşünsel ve kültürel olarak uykudayken ve cehalet zirvedeyken canlı bir ruha ve fedakarlığa sahip olmaları gerektiğini unutmamalıdır. (Petrov, 2020) Zaman ilerledikçe öğrenci profilleri, ihtiyaçları, öğrenme-öğretme teknikleri sürekli bir yenileşim ve değişim istiyor. Öğretmenlere düşen görev ise değişen ve gelişen bu dünyaya ve nesillere eski, köhnemiş kurallar yerine yeniliklere açık bir anlayış getirmek ve zamanın ruhuna uyum sağlamaktır. (Tekerek, 2007)
Peki bizler öğrencilerimizin ilgi ve ihtiyaçlarını kapsayan daha özgür ortamları nasıl oluşturabiliriz? Bu soruya verilebilecek birçok yanıt vardır. Bu çalışmada bunlardan bir tanesini ‘oyun’ kavramını ele alacağız. İnsanın doğasında var olan oyun ve oynama ihtiyacı tarihten bu yana insanların sosyal, kültürel, siyasi ve dini ritüellerine eşlik etmiştir. Bu sebeple oyunların dönüştürücü gücü dikkate değerdir. Bu güç; kötülüklerin, insandışılaştırılmanın, öğrenilmiş çaresizliğin, oluşturan sessizlik kültürünün, yabancılaştırılmanın üstesinden gelmek için de önemli bir pedagojik etkinliktir.
Boal’in Ezilenlerin Tiyatrosu’nu da bu bağlamda ele alabiliriz. Ezilenlerin Tiyatrosu’nda temel amaç Freire’nin amaçları ile paraleldir. Amaç, seyircileri pasif kılmak yerine sahnede gerçekleşen olay örgüsü üzerinden yaşama daha eleştirel bakabilmek, nesneleşmeden kurtulabilmek için sorgulayabilmek, özgürlüklerimiz için mücadele edebilmektir. “Amaçların gerçekleşebilmesi için eyleme yani praksise ihtiyaç vardır.” Burada da asıl olan bilince inebilmektir. İnsanın kendine yabancılaştırılma süreci sahnede yansıtılırken oyun kavramı eyleme geçmenin bir çeşididir, böylece seyirci ve oyuncu arasında bir diyalog oluşturulmuş olur. Bu diyalog sayesinde özgürleşmeye atılan ilk adımlar gerçekleşir.
İletişimin ve sosyalleşmenin temel yapı taşlarından olan oyun kavramı; kişilerin kendi öğrenimlerini gerçekleştirmelerini, kendi yaşamlarını (yapısallaşmamış yaşantıyı) ve toplumsal yapıyı yeniden şekillendirmelerini, alternatif bir yaşam modelini inşa etmelerini sağlayabilir. Oyun, eğitim sürecinde yaratıcı drama formunu almıştır. Yaratıcı dramayı tanımlamak gerekirse “kişileri zihinsel bir sınıflandırma ile kategorize etmek yerine; bireylerin öğrenmelerini yaşamla bütünleştirerek, kuru bilgi aktarımı yerine yaşamda yaparak yaşayarak öğrenmeyi baz alan, kişiler arasında sağlıklı iletişim kurmaya yardımcı olan, oyunlar sayesinde mevcut eğitim sisteminin engellediği yaratıcı, eleştirel düşünmeye sevk eden, kişilerin kaybettikleri güven ve özgüven problemlerini onaran bütün bunları insanlığın yapı taşı olan oyun ile yeşerten bir araç” diyebiliriz. Boal’in Ezilenlerin Tiyatrosu’nda vurguladığı gibi; oyunlar, yaratıcı drama sayesinde çocukların dünyasını bulgulamayı, onların özgün seslerini yakalamayı, yaşadıkları dünyayı daha iyi irdeleyebilecekleri eleştirel bir bakış kazandırmayı ve yaratıcı gizil güçlerini ortaya çıkarabilmeyi sağlar.
Yukarıda birbiri içerisine geçmiş halkalardan bahsetmiştik. İlk halka, sıkı bir bağ ile güçlendirilip yeterli donanım sağlanırsa sonraki halkalar da bu doğrultuda ilerleyecek, böylece yıllardır yaşanan iç karartıcı tablo yavaş yavaş ortadan kalkacaktır. Bunun için okul eğitimi ve eğitim arasındaki fark da araştırılmalıdır. Eğitim; kişinin kendini ve çevresini dönüştürmesine, bilgi ve becerisini en üst düzeye çıkarabilmesine yardımcı olmalıyken, okul eğitimi itaatkar işçiler ve yurttaşlar yaratılması için birer mekanizma görevi görmektedir. İyi bir gelecek istiyorsak okul eğitimini doğru temeller üzerine oturtmalıyız.
Gelecekteki değişim için bir plan değil, araçlar ve amaçlara dair sürekli bir diyalog olmalıdır. Eğitim bu tür bir devrimci çabanın merkezinde yer almalıdır. Bu süreçte toplumu aydınlatacak olan öğretmenlere büyük sorumluklar düşmektedir.
Kaynakça
Freire, Paulo, Ezilenlerin Pedagojisi, Çev.: Dilek Hattapoğlu-Erol Özbek, Ayrıntı Yayınları, 2011
Spring, Joel, Özgür Eğitim, Çev.: Ayşen Ekmekçi, Ayrıntı Yayınları, 2019
Şahin, Esvet Augusto Boal ile Özgürleşen Seyircinin Konumunun İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018
Tekerek, Nurdan, “Yaratıcı Dramanın Özgürlüğü, Alışkanlıkların Kalıpları.” Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 20, 2007
Karaboğa, Kerem, “Yaşamdan Oyuna Oyundan Yaşama Ezilenlerin Pedagojisi ve Tiyatro.” Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Dergisi, 2, 2018
Petrov, Grigory, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Çev.: Nihat Altınok, Kültür Sanat Yayıncılık, 2020